Bugün yaşadıklarımızı birkaç sene önce film diye izleseydik ‘yok artık daha neler’ derdik. Ortaya bir virüs çıkıyor. Daha ne olduğunu anlamadan birkaç ayda bütün dünyayı sarıyor. Maske takan bir hastaya cüzzamlı gibi bakarken, bütün insanlık maske takmak zorunda kalıyor. Devlet başkanları, muhabirsiz basın toplantılarıyla adeta bir cam fanus içerisinden ‘evden çıkmayın’ çağrıları yapıyor.
Bir dediği diğerini tutmayan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), saçmalıyor!
Ülkelerin sağlık bakanları ‘laf olsun, torba dolsun’ diye yaptıkları açıklamaların daha mürekkebi kurumadan boşa düşüyor.
Ortada bir korku ve panik hali. Arka arkaya çağrılar, genelgeler.
‘Lütfen evden çıkmayın, zaruri çıkış halinde mesafeye, maskeye dikkat edelim’
Marketlerde uzun uzadıya mesafeli olması gereken mesafesiz kuyruklar.
Dünyanın ve insanların tek gündemi koronavirüs!
Televizyonlarda ne dediklerini kendileri de anlamayan uzmanlar.
‘Bence Allah, bizi cezalandırıyor’
‘Abi, Çin, nüfusunu azaltmak için yaptı’
‘Avrupa, yaşlı nüfusundan kurtulmak istiyor’
‘Hepsi ilaç firmalarının işi’
‘Aslında 5G’
‘Ya bırakın siz anlarsınız, bu aslında 3. Dünya savaşı’
Vesaire..
Vesaire..
Hepsi bir senaryonun parçası gibi. Ama gel gör ki değil, yaşadık, yaşıyoruz.
Soran sorana, ‘virüs insan eliyle yapılmış olabilir mi?’
‘Bill Gates, aşıyla vücudumuza çip takacak’ diye ciddi tartışma yürütülen bir ortamda, ‘virüs insan yapımı’ demek masum bile kalıyor. Oysa tarih sayfaları yüzbinlerce insanın hayatını kaybettiği virüs salgınlarıyla dolu. 1300’lü yıllarda ‘Kara Veba’ denilen bir salgında Avrupa’da 200 milyon civarı insanın hayatını kaybettiği varsayılıyor. Eğer koronavirüs’de o dönemlerde olmuş olsaydı büyük ihtimalle Çin’in dışına çıkmaz ya da civarıyla sınırlı kalırdı. Üzerine fazla komplo teorileri üretmemizin sebebi küreselleşmenin dünyayı koca bir köy haline getirmiş olması. Benim fikrim, komplo teorileri altı boş birer teoriden ibaret.
Covid-19’un Çin’de ilk çıktığı günden bugüne ve özelikle ilk ayları insanlık için tam bir kabus dönemi oldu. Gözümüzde canlandırdığımızda bir bilim kurgu filminden farksız. Şimdi daha sakiniz. Aslında sakin olmamamız gerekiyordu. Virüs gücünden bir şey kaybetmedi, tam tersi daha da yayıldı. Peki, neden sakiniz? Çünkü alıştık. İnsanoğlunun doğasında vardır, her şeye alışır. Şöyle bir düşünün neler nelere alıştık, buna mı alışamayacağız.
İnsanoğlu her şeye alışır derken bir detay atladık. İnsanoğlu asla açlığa alışamaz. Dinine, diline, ailesine, bağına-bahçesine, köyüne-şehrine, dostuna-düşmanına…
Kısacası olumlu-olumsuz her şeyi kabul ediyor, sindiriyor, alışıyor. Bir tek karnı aç oldu mu işte o zaman başlar sorunlar.
Evimiz, bizim huzur bulduğumuz tek yer aslında. Orada ağlar, güler, uyuruz. Aslına bakarsak hayat sığdırırız. Ama bugünlerde sığdığına pek emin değilim!
Evine ekmek götüremeyen borç-harç ayakta durmaya çalışan topluma ‘Hayat eve sığar’ demekle, sığıyor mu acaba?
Batman gibi işsizliğin başkenti, genç işsizlikte Türkiye birincisi olan bir şehirde sizce hayat eve sığar mı?
Umudunu bayram alışverişine bağlayan esnaf için hayat eve sığar mı?
Sığmıyor.
Bazı meslek grupları bir yılı aşkın süredir evine tek kuruş para götürebilmiş değil. Büyük sermaye yatırılan birçok kafe, kıraathane, lokanta gibi ekmek tekneleri battı. Bu insanlar çaresiz bir şekilde evinde oturmak zorunda kaldı. Yine bu sektörün günlük çalışanları aynı şekilde kaderine terk edildi. Daha öncede bu köşede esnafın ayakta kalması için parmak oynatılmayacaksa, kendi kaderiyle baş başa bırakın diye yazmıştım. Geçen zaman acı da olsa haklı olduğumuzu gösteriyor. Çıkın dışarı esnafı tek tek dolaşın. Bakın göreceksiniz esnafın tamama yakını, yasakları kaldırın, açlıktan öleceğimize virüsten ölmeye razıyız diyecek.,
Maalesef durum bundan ibaret.
İşsizliğin verdiği gelecek korkusu.
Belirsizliğin verdiği umutsuzluk.
Çaresizliğin verdiği sessizlik.
Sizce Hayat Eve Sığıyor mu?
Yorumlar kapalı.