Teknolojinin gelişimi ve ilerleyişi ile artık birçok birey telefon, bilgisayar, internet kullanımını temel bir ihtiyaç olarak görmekte ve bu şekilde kullanmaktadır. Cebimizdeki telefon/internet ile halledemeyeceğimiz çok az şey vardır herhalde, bu gerçekten birçok anlamda harika bir durum.
Çağımızın en temel ihtiyacı olan telefon/internet kullanmayı bilmemek, işlerini bu şekilde yapamamak okuma-yazma bilmemek ile eşdeğer bir hal alacak gibi görünüyor çok yakın zamanda.
Bizim bu yazımızda değineceğimiz kısım ise aslında sosyal anlamda teknolojinin kullanımı ve bu kullanımın insan psikolojisi üzerine etkileri olacaktır.
Sosyal medyanın gücünü anlatmaya gerek yoktur herhalde. Sadece şu kadarını söylemek isterim, sosyal medya platformları bugün ülkelerin kaderini belirleyebilecek bir güçtedir, gerisini siz düşünün..
Peki biz nasıl kullanıyoruz bu sosyal medya platformlarını;
Kültürel bir etkileşim alanı olarak mı? Dünya gündemini takip edip bilinçlenmek için mi?
Salt eğlence amacıyla mı?
Yoksa sadece kendimizi gösterebileceğimiz, egomuzun okşanmasını beklediğimiz sanal bir sahne olarak mı?
Günümüzde gençlerin büyük bir çoğunluğunun sosyal medyada adeta kendini klonlaması ile kendini tekrardan yaratma çabasına girdiği gözlemlenmektedir.
Yalnız bu klonlama, sanal bir “kopya” yaratma kişiliğimizde, karakterimizde bazı tahribatlara neden olmaktadır maalesef.
Sosyal bir varlık olan insan sevilme, saygı görme, sosyallik, iletişim, etkileşim gibi birçok ihtiyacını küçücük bir ekrandan gidermeye çalıştıkça, kişi gerçek dünyadan uzaklaşmakta ve gerçeklikten uzak sanal bir dünyaya hapsetmektedir kendini.
Sosyal medyada göstermiş olduğumuz yani kendimizi klonladığımız profilimiz, aslında olmak istediğimiz, toplum tarafından sevilecek, sayılacak en muhteşem halimizdir. Buraya kadar sorun yok aslında ama o profil ile gerçek kişiliğimiz arasında ki makas açıldıkça karakterimizde, kişiliğimizde aşınmalar olması kaçınılmazdır.
Paylaştığımız görseller ile o kadar oynuyoruz ve kendimizi, hayatımızı o kadar muhteşem bir Picasso tablosu haline getiriyoruz ki, daha sonra aynada filtresiz bir şekilde gördüğümüz o çıplak, gerçek yüzümüzü, hayatımızı tanıyamaz hale geliyoruz maalesef.
Sadece fiziksel olarak değil ruhsal olarakta sanal bir duygu durumu yaratıyoruz kendimize sosyal medya platformlarında.
Bu durum öz saygımızı kaybetmemize, kendimizi hatalarımız ile eksikliklerimiz ile kabul etmememize neden oluyor.
Kendimizle barışık olmamız ve fiziksel özelliklerden, popüler yaşam tarzından çok karakterimizi, kişiliğimizi, yeteneklerimizi ön planda tutmamız daha sağlıklı bir birey olmamızda, kaliteli bir hayat yaşamamızda bizlere daha çok yardımcı olacaktır.
Dikkat etmediğimiz ve sanal kişiliğimizi sürekli besleyip, gerçek kişiliğimizi pasif hale getirip gizlememiz halinde, bir yerden sonra gerçeklikten tamamen koparak sadece toplumun beğendiği bir profil oluşturup popüler kültürün, sosyal medyanın kölesi olmuş oluruz.
Bununla ilgili bir tiyatro sanatçısının çok güzel, anlamlı bir kısa filmini sizlerle paylaşmak isterim;
Aslında hiç kahve sevmeyen bir birey kahve reklamında oynar ve içtiği kahveyi öve öve bitiremez, adeta kahveyle aşk yaşayarak lezzetini, kokusunu anlatmaya çalışmaktadır..
Çekimler biter bitmez mutsuz bir yüz ifadesine bürünerek kahve fincanını elinin tersiyle iter, gözündeki havalı gözlüğü çıkarır, önünde ki şiir kitabını bir tarafa bırakır ve garsona;
“Al bunları buradan ve bana hemen kaçak bir çay ver..! “ der… 🙂
Kahve sevmiyorsanız kahve paylaşmanın bir anlamı yoktur, popüler kültürün kurbanı olursanız gerçek kişiliğinizden eser kalmayacaktır. Bu yüzden sosyal medyayı kullanırken elinizden geldiğince gerçek bir kişilik, karakter ortaya koymaya çalışın yoksa yarattığınız, klonladığınız o sahte kişiliğin kölesi olarak yaşamak zorunda kalırsınız..!
Çelişkiler, ikilemler ile dolu bir hayata sahip olursunuz ve bir yerden sonra gerçek benliğim hangisiydi acaba diye kara kara düşünürken bulursunuz kendinizi.
Yorumlar kapalı.