İnanç Özgürlüğü Girişimi raporuna göre Türkiye’de en fazla Aleviler ve Hıristiyanlara yönelik suç işleniyor. Funda Tekin ‘Nefret suçunun karşılığı olmadığında yenisinin yaşanması kaçınılmaz” diyor.
Duvar’dan Ceren Bayar’ın haberine göre, Bayarİnanç Özgürlüğü Girişimi, ‘Türkiye’de Din, İnanç veya İnançsızlık Temelli Nefret Suçları – 2022 Raporu’nu yayımladı. İnanç Özgürlüğü Girişimi Proje Koordinatörü Mine Yıldırım ve İletişim Sorumlusu Funda Tekin’in kaleme aldığı rapora göre 2022’de din, inanç veya inançsızlıkla bağlantılı 36 nefret suçu veya olayı bilgisine ulaşıldı.
“Hedef alınan gruba göre” ulaşılan nefret suçu vakaları incelendiğinde bu suçların 15’inin Alevilere, 15’inin Hıristiyanlara, 4’ünün Yahudilere, 1’inin Ezidilere, 1’inin Müslümanlara yönelik olduğu tespit edildi. Raporda nefret suçlarının ihbar edilmesi önünde; bu suçların kanıksanmış olması, mağdurların bu suçları ihbar etmesinin kendileri için risk yaratacağını düşünmesi gibi önemli engeller olduğu ve bu sebeplerle elde edilen verilerin Türkiye’deki nefret suçlarının gerçek boyutunu yansıtmadığı ifade edildi.
CEMEVLERİ, KİLİSELER, MEZARLIKLAR HEDEFTE
2022’de işlenen nefret suçlarından bazıları raporda şöyle sıralandı:
– İstanbul Üsküdar Surp Garabet Kilisesi kapısına “MAL Hıristiyan” yazıldığı bildirildi.
– Mardin Nusaybin’de bir Ezidi’nin evinin yakıldığı aktarıldı.
– İstanbul Şişli’deki Ermeni Katolik İlk ve Ortaokulu’nun kapısına, kimliği belirsiz kişilerce Nazi sembolü gamalı haçın çizildiği aktarıldı.
– İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Trabzon’daki aile mezarlığına gamalı haç çizildiği aktarıldı.
– Muharrem orucunun ilk gününde Ankara’da cemevlerine ve Alevi kurumlarına arka arkaya dört saldırı düzenlendi.
‘ALEVİLERLE İLİŞKİLİ MEKANLARIN İŞARETLENMESİ UZUN SÜREDİR GÖZLEMLENİYOR’
Okul, mezarlık, ibadet yeri veya ev gibi din veya inanç topluluklarıyla ilişkili mekanlara yönelik saldırıların en sık karşılaşılan olaylardan olduğu ifade edilen raporda Alevilerle ilişkili mekanların işaretlenmesinin uzun süredir gözlemlenen yaygın örüntülerden biri olduğu belirtildi.
Raporun ortaya koyduğu tespitler özetle bu şekilde. Türkiye’deki kutuplaşmanın her geçen gün arttığı, rapora konu olan din, inanç ve inançsızlık gibi kavramların bu kutuplaşmanın “aracı” olarak kullanıldığını da düşünerek “nefret suçları” meselesini raporu kaleme alanlardan Funda Tekin’le konuştuk. Nefret suçunun kapsamının ne olduğunu, nasıl tespit edildiğini, Türkiye’nin nefret suçlarıyla ilgili yükümlülüklerinin yeterli olup olmadığını, seçim döneminde meydanlarda yapılan ‘din, dinsizlik, etnik kimlikler’e ilişkin göndermelerin nerede durduğunu Tekin’e sorduk:
‘BASİT BİR HIRSIZLIK DA NEFRET SUÇU OLABİLİR’
‘Nefret’ gibi soyut bir kavramın suça dönüştüğü nasıl tespit edilir, bunun ispatı nasıl sağlanır? Kriterleri var mı?
Aslında ‘nefret’ yerine ‘ön yargı saiki’ demek daha iyi yönlendirebilir. Çünkü nefret sizin de dediğiniz gibi oldukça soyut bir kavram ve ispatı da güç. Bir eylemin nefret suçu olarak nitelendirilmesi için bir kişinin bir gruptan nefret etmesi gerektiğini düşündürtüyor bu tanım. Ama böyle değil. Bir suçu, nefret suçuna dönüştüren; mağdurun mensubu olduğu gruba yönelik ön yargı. Bu bilinçli de olabilir, bilinçsiz de. Yani kişi o ön yargının farkında olmayabilir. Mesela bir hırsızlık, basit bir hırsızlık olayı gibi görünüyor olabilir. Ama mağdur bir azınlık grubuna mensupsa polise gitme ihtimali daha düşüktür ve mağdur bu yüzden seçilmiştir. Bunu da bir nefret suçu olarak değerlendirebiliriz.
Nefret suçunun oluşması için öncelikle iki unsur gerekiyor. Birincisi; ceza hukukunda düzenlenen bir suç olmalı. İkincisi de mağdurların belli bir kimlik özelliğine dayalı, ön yargıyla güdümlü bir eylem olması. Bu suçlar kişilere veya mülke – mala yönelik olabilir. Ön yargı; mağdurun ırkı, dili, cinsiyeti, cinsel yönelimi, engelliliğinden -bunu çeşitlendirebiliriz- kaynaklı olur.
İnanç temelli suçları anlamak için sorabileceğimiz bazı sorular var. Bir ibadet yeri mezarlık, bir inanç grubuyla ilişkili bir okul, bir inanç grubunun üyesinin evi mi hedef alınmış? Ön yargıya işaret eden bir yazılama, çizim, işaret var mı? Mekan daha önce hedef alınmış mı? Failin geçmişinde benzer olaylar var mı? Olay bir inanç topluluğu için özel bir günde mi yaşanmış? Mağdurun görüntüsünden, kıyafetinden bir gruba grupla bağı anlaşılıyor mu? Tespitleri yaparken tüm bu sorular yol gösterici oluyor.
Raporda nefret suçlarını ihbar etmenin zorluğundan bahsettiğiniz bir bölüm var. “10 kişiden 9’u maruz kaldığı saldırıyı herhangi bir yere bildirmiyor” gibi bir ifade kullanılmış? Bunun sebepleri neler?
Uluslararası araştırmalardan elde edilen verilere göre 10 kişiden 9’u nefret suçlarını bildirmekte çekiniyor. Bunun çeşitli sebepleri var. Kişiler eylemleri kanıksamış olabiliyor. Nefret suçu kapsamındaki birtakım olayları, saldırıları suç olarak görmüyor ya da önemsiz görüyorlar. Örneğin evinin, mekanının taşlanması… Nefret suçunun tanımını bilmiyor olabiliyorlar. Bazen de dışlanma riskini düşünerek ihbar etmiyorlar. İddiaların ciddiye alınmayacağını; ihbarda bulunduklarında hem polis hem de diğer sorumlu kişiler tarafından daha büyük mağduriyete uğrayacaklarını düşünebiliyorlar.
‘GENEL OLARAK YAHUDİLER, HRİSTİYANLAR, ALEVİLER HEDEFTE OLUYOR’
Rapor Yahudilere, Hristiyanlara, Müslümanlara, Alevilere, Ezidilere ve diğer din veya inançlara karşı işlenen nefret suçlarını esas alıyor. Bu raporu geçmiş yıllarda da hazırladınız. Bu gruplara yönelik nefret suçlarına ilişkin nasıl bir tablo çizersiniz? Hangi gruplara yönelik hangi fiili suçlar işleniyor? Artış, tekrarlanan suçlar söz konusu mu?
Genel olarak Yahudiler, Hristiyanlar, Aleviler hedefte oluyor. Sünni Müslümanlara yönelik de zaman zaman tespitlerimiz oluyor. Bu sene Ezidilere yönelik nefret suçu işlendi. Geçtiğimiz sene ateistlere yönelik tespitlerimiz olmuştu. Olay türlerine baktığımızda da en çok ibadet yeri ve mezarlıklara saldırı gözlemliyoruz. Mekan ve mallara zarar verme olaylarının daha sık yaşandığını görüyoruz.
‘ALEVİLERİN EVLERİNİN İŞARETLENMESİ EN SIK KARŞILAŞTIĞIMIZ ÖRÜNTÜLERDEN BİRİ’
Alevilerin evlerinin işaretlenmesi en sık karşılaştığımız örüntülerden biri. Kiliselere yazılama yapılması da öyle. Zaman zaman da aynı mekan tekrar hedef olabiliyor yani. Bu şekilde bir cemevi bir de kilise örneği var. Yani bazı olaylar sistematikleşiyor.
‘NEFRET SUÇLARININ BİR KARŞILIĞI OLMADIĞINDA YENİSİNİN YAŞANMASI KAÇINILMAZ’
Alevilerin evlerinin işaretlenmesi, kiliselerin kapılarına yazılama yapılmasının sık karşılaşılan nefret suçu olduğunu ifade ettiniz. Neden engellenemiyor, engellenmesi çok mu zor?
Bu yerlerin güvenlikleri etkili bir şekilde sağlanmıyor. Tabii ki burada güvenlikten kastımız o yerin izole edilmesi de değil. O grupları tedirgin etmeyecek bir önlem bahsettiğimiz. Öte yandan olay sonrası etkili ve hassas bir süreç yürütülmüyor ve çoğu zaman bu olaylar cezasız kalıyor veya takipsizlikle sonuçlanıyor. Ayrıca hem kamu yetkileri hem de kamuoyu açıkça bu suçlara karşı bir tavır sergilemiyor. Tüm bunlar benzer olaylara zemin hazırlıyor. Bu suçların bir karşılığı olmadığında yenisinin yaşanması kaçınılmaz.
‘NEFRET SUÇLARININ MAĞDURLARI TÜRKİYE’Yİ TERK EDEBİLİYOR’
Nefret suçu mağdurlarının psikolojisi nasıl oluyor? Bu konu özelinde çalışma yapmadığınızı biliyorum ama gözlemleriniz neler?
Bu kesinlikle üzerine çalışılması gereken bir konu. Bunu yapan sivil toplum kuruluşları var; KAOS GL, SPOT gibi. Bu sadece mağdurları değil o inanç grubuna üye olan tüm kişilerin psikolojisini etkileyen bir durum. Toplumdan dışlanmalarına, eşit olmadıklarını hissetmelerine sebep oluyor. Nefret suçlarının mağduru olan kişiler Türkiye’yi terk ettiklerini sıklıkla gözlemliyoruz.
‘MÜLTECİLERE YÖNELİK NEFRET SUÇLARININ DAHA BÜYÜK TOPLUMSAL OLAYLARA EVRİLME İHTİMALİ VAR’
Tüm bu gruplar dışında farklı kimlikleri hedef alan nefret suçları da gözlemliyor musunuz Türkiye’de? Bu suçlara karşı kamuoyunun ve sorumluluğu bulunan kurumların tutumu nasıl?
Etnik kimliğe yönelik, mültecilere ve göçmenlere yönelik nefret suçlarının artışta olduğunu gözlemliyoruz. Transfobi ve homofobi temelli suçlar da çok yaygın. Özellikle mültecilere yönelik nefret suçlarının daha büyük toplumsal olaylara evrilme ihtimali var.
Kamuoyunun ve sorumlu kişilerin tepkileri genel olarak zayıf nefret suçları karşısında. Bu suçlara karşı mesajların çok daha güçlü verilmesi ve mağdurların yanında olduğumuzu bir şekilde anlatmamız gerekiyor.
İktidarın geçen yıl açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planı’nda nefret suçlarına ilişkin düzenlemeler vardı. Ancak rapora göre bu plan uygulanmıyor. Uygulanmaya başlanması Türkiye’ye nasıl bir yol aldırır?
Eylem planında eksiklikler vardı ama yine de önemli bir adımdı. Süreç şeffaf yürütülmediği için nasıl bir çalışma yürütülüyor, bilemiyoruz. Bu planda nefret suçuyla ilgili iki hedef vardı. Biri; mevzuatın düzenlenmesi, diğeri de veri ve istatistiklerin daha sağlıklı bir şekilde toplanmasıydı. Bunların hayata geçmesi için nasıl bir düzenleme öngörüldü, bu açık değildi. Bu adımların atıldığına dair bir bilgi de yok basında ya da ilgili kurumların açık kaynaklarında. Umuyoruz ki etkili bir düzenleme yapılabilir.
‘YARGI ORGANLARI AZINLIKLARI KORUMAYA YÖNELİK DEĞİL TAM TERSİ YAKLAŞIM İÇİNDE’
Türkiye’de nefret suçlarına ilişkin mevzuat ne durumda?
Türkiye’de nefret suçlarıyla ilgili özel bir düzenleme yok. Türk Ceza Kanunu’na dahil edilmesi için zaman zaman kanun teklifleri verildi ama kabul edilmedi. 2014’te TCK’nin 122’nci maddesindeki “ayrımcılık” ifadesi “nefret ve ayrımcılık” olarak düzenlendi sadece ama nefret suçu olarak değerlendirebileceğimiz olayları kapsayan net bir düzenleme olmadı. Bir yandan da bu madde düzenlemesiyle ayrımcılık suçlarının üstü örtülmüş oldu. Çünkü orada da nefret saiki aranmaya başlandı. Yani o ifadenin eklenmesi ile zorlaşmış oldu süreç, vakalar da görünmez kılınmaya başlandı. Ayrıca bu maddede cinsel yönelim ve etnik kimlik özellikleri de korunmaması da önemli bir eksiklik.
Özetle TCK’da bazı düzenlemeler var sınırlı da olsa. Yani doğrudan bir nefret suçu düzenlemesi diyemeyiz ama kısmi düzenlemeler var. Sonuçta esas olan uygulama. Bu noktada da yargı organlarının nefret suçları konusunda azınlıkları korumaya yönelik değil tam tersi bir yaklaşım içinde olduğunu görebiliyoruz. Öncelikle bu mevzuatın güncellenmesi ama daha önce mevcut mevzuatın etkili bir şekilde uygulanması gerekiyor.
Ayrıca Türkiye, tarafı olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri nedeniyle doğal olarak insan haklarının korunması ve nefret suçlarıyla ilgili etkili bir soruşturma ve yargı süreci yürütme yükümlülüğüne sahip. Ama tabii ki uygulanması konusunda yetersizliklerin olduğunu görüyoruz.
‘OKULLARDA AYRIMCILIĞA KARŞI DERS OLABİLİR’
Eğitimde, müfredatta düzenlemeler yapılmalı mı?
Ayrımcılığa karşı ve insan haklarına dair etkili, kapsamlı bir ders olabilir. Bir yandan da halihazırda mevcut müfredattaki ayrımcı öğelerin çıkarılması gerekiyor. Örneğin din kültür ve ahlak bilgisi dersleriyle ilgili kitapları incelediğimizde hala oldukça ayrımcı söylemlerin, dışlayıcı ifadelerin olduğunu görebiliyoruz. Bunun dışında öğretmenlerin de dahi olduğu nefret suçu vakalarıyla sık karşılaştığımızı düşünecek olursak öğretmenlerin de bu konuda geliştirilmesi, güçlendirilmesi gerek.
‘SİYASETİN DİLİ ZEMİN HAZIRLIYOR, MEŞRULAŞMASINI SAĞLIYOR’
Son derece sert söylemlerin kullanıldığı bir seçim sürecini geride bıraktık. Rapora konu olan kimlikler, inançlara seçim konuşmalarında sık sık göndermeler yapıldı. Siyasetin sert dilinin nefret suçlarıyla bağlantısı olduğunu düşünüyor musunuz?
6-7 Eylül olaylarını, Hrant Dink cinayetini ve benzer olayları düşünecek olursak medyanın ve siyasetçilerin bu olayları nasıl körüklediğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Her zaman doğrudan, anlık bir tetikleme olmayabilir ama sürekli maruz kaldığımız söylemler zamanla tüm bu olayların meşrulaştırılmasına zemin hazırlar. Seçim döneminde öne çıkan mülteciler, LGBTİQ+’larla ilişkin öyle ayrımcı, dışlayıcı söylemler var ki bir noktada toplumsal olarak körükleyici olabilir. Siyasetteki bu sert dilin ve ayrımcı nefret söyleminin sona ermesi gerekiyor. Bu söylemler nefret suçlarına zemin hazırlıyor ve toplumsal meşrulaşmayı sağlıyor.
‘ÇÖZÜMSÜZLÜK TOPLUMSAL ŞİDDET SARMALINA SEBEP OLABİLİR’
Nefret suçları açısından tartışmalı bir yakın tarihe sahip Türkiye gibi bir ülkede mevcut durumun devamı Türkiye’yi nereye götürür, bir kırılmaya yol açar mı?
Bu çözümsüzlüğün bizi nereye götüreceğini, herhangi bir kırılmaya yol açıp açmayacağını değerlendirmek biraz güç. Ama bu suçlar hem mağdurlar hem mağdurla ilişkili kişiler hem de toplum üzerinde diğer suçlara göre daha ciddi etkileri olan suçlar. Eşitlik idealini de zedeleyen suçlar. Bu suçların bütün yönleriyle soruşturulmaması başkalarını da benzer suçları işlemeye yönlendirebilir ve bu bir toplumsal şiddet sarmalına sebep olabilir.
‘NEFRET SUÇLARI DİĞER SUÇLARDAN ÇOK DAHA FARKLI BİR ŞEKİLDE ELE ALINMALI’
Bunun yanında mağdurlar ve potansiyel mağdurlar da gerekli desteği ve korumayı almayınca kamu kurum kamu kurumlarına karşı güvenini yitirebilir. Tüm bunları hedef alınan toplulukların daha fazla dışlanmasına, içe kapanmasına ve sosyal olarak da yaşama katılmasının önüne geçebilir. Daha olumsuz bir sonuç olarak misilleme niteliğine varacak olaylar da yaşanabilir. İçinden çıkılması zor bir şiddet döngüsüne neden olabilir. Tüm bu farklı etkiler nedeniyle de nefret suçlarını diğer suçlardan çok daha farklı bir şekilde ele almak gerektiğini düşünüyoruz.
Yorumlar kapalı.