Ahmet Güneştekin sanatını, son sergisini, mitlerle ilişkisini ve yeni satın aldığı Palazzo Gradenigo’yu Velev‘e anlattı. 19. yüzyılda Avusturya Arşidükü Frederick’in de yaşadığı, Venedik’in tarihi simgelerinden Palazzo Gradenigo, “Güneştekin Art Refinery” olarak faaliyet gösterecek
Uluslararası seyirciyle ilk kez Venedik’teki Bellek İvmesi sergisiyle 2013 yılında buluşan Ahmet Güneştekin’in satın aldığı Palazzo Gradenigo, geçtiğimiz haftalarda teslim edildi. 19. yüzyılda Avusturya Arşidükü Frederick’in de yaşadığı, Venedik’in tarihi simgelerinden Palazzo Gradenigo, “Güneştekin Art Refinery” olarak faaliyet gösterecek.
‘Hafıza Odası’, ‘Gavur Mahallesi’, ‘Yedigören’in Alfabesi’ ve ‘Mitoslar Evreni’ gibi son sergileriyle adından söz ettiren Güneştekin, Palazzo Gradenigo’nun gelecek kullanımı için, “Burası sadece sergileme alanı değil ilham kaynağı da olacak” sözleriyle ipucu verdi.
Şimdilerde Ruzy Gallery’de “Uyandığımız Çağ” adlı sergisiyle sanatseverlerle buluşan Güneştekin, mitler ve sözlü anlatıdan ilhamla gerçekleştirdiği bellek üzerine olan çalışmalarıyla tanınıyor. Venedik’e sergisi sebebiyle gerçekleştirdiği ilk ziyaretten beri etkisini üzerinde hissettiğini ifade eden sanatçıyla son sergisini, mitlerle olan ilişkisini, sanat anlayışını ve Palazzo Gradenigo’yu konuştuk.
Son serginiz olan Uyandığımız Çağ’da mitlerin ve içerdikleri kültürel kodların insan ruhunun bir parçası olduğunu, bu mitsel imgelerin kendini tekrarlayışından yola çıkarak uykuyu bir hareket, direniş biçimi olarak gösteriyorsunuz. Bu toprakların hikâyesi olan Yedi Uyurlar’dan yola çıkarak uyku sürecini ve öznelerini yaşayanların mekânı, uyurların mekânı, bilinç dışı şeklinde kavramlara ayırıyorsunuz. Herkesin birbirini uyuyor olmakla suçladığı toplumumuz insanlarını siz uyku sürecinin hangi aşamasında konumlandırıyorsunuz?
Uykuyu olumsuz bir çağrışımla kullanmıyorum. Mitolojik kurgularımda uyku pasif bir eylem değil, bir direniş biçimidir. Başka bir zamana uyanma düşüncesini ve uyanış formlarını bu anlayışla çalışıyorum. Sosyal ve dinsel sınırları aşıp yüzyıllardır anlatılagelen bir uyanış hikayesini yorumluyorum. Yaptığım şey, sözde hareketsiz uykuda örtük hareketi ortaya çıkarmaya yönelik sanatsal disiplinleri birleştirmek. Benim yorumumda karanlıktan uyanmıyoruz. Uyanışın başkalaştıran yönüne odaklanıyorum. Duyusal ve algısal süreçler her birimiz için farklı işleyen süreçler olduğundan genelleme yapmamız mümkün değil. Aşama ne olursa olsun, uyandığımız zamana verdiğimiz yanıtla daha çok ilgileniyorum.
Kişinin ‘kendi içinde taşıdığı mağara’ya yani bilinç dışına inişi nasıl gerçekleşir, kişiyi buna ne sürükler? Bilinç dışından dönüşerek çıkan insanın dönüşümü mağaradan çıkışıyla sonlanır mı, yoksa bu dönüşüm sürecini insanın hayatında sürekli var olan/olması gereken bir durum olarak mı ele alıyorsunuz?
Yaşamlarımız doğrusal bir yönde ilerliyor gibi görünse de öyle değildir. Bir anda kendimizi başka bir düşüncenin içinde buluruz. Bize anlık gibi gelen bu düşünce sıçraması, uzun bir süreç içinde şekillenmeye başlamış ve önlenmediğinde de görünür hale gelmiş olabilir. Efes’in yedi uyuyanları bunun çarpıcı bir örneği. Asırlar süren uykularından uyandıklarında, inançlarına baskı yapan zamanın ve çağın sınırlarını aşarlar. Mağara yaşamlarına girmeden önce kim olduklarını düşündüklerinde artık kendilerini göremezler uyandıklarında, köklü bir değişim yaşamışlardır. Uyku zamanı işaretler, günlük ritmi ve sınırları belirler ama zamanın dışında olmanın da bir işaretidir. Uyuyan kişi için zaman uykuya dalma anından uyanma anına atlıyormuş gibi görünür, esasında zaman bize ait bir inşadır, esner, değişir ve belirsizdir. Her ne kadar mağaradaki uyurların, sanki felaketin yaşandığı o an içerisinde ne yapıyorlarsa o şekilde donup kalacaklarını ve aynı şekilde dışarı çıkacaklarını düşünsek de öyle olmaz. Bize asırlar sürmüş gibi gelen şey kısa bir sürede de gerçekleşmiş olabilir ve hayat bu dönüşüm hikayeleriyle dolu olabilir.
Hafıza Tepesi, Bellek İvmesi, İnsan Uçup Giden Bir Kuş Değildir yerleştirmeleriniz başta olmak üzere birçok eserinizde toplumsal hafızayı konu edindiğinizi görüyoruz. Sizce sanat, tahrif edilerek oluşmuş toplumsal hafızayı dönüştürebilir mi, sizin çalışmalarınız böyle bir kaygı taşıyor mu?
Çağdaş sanat sergileri nesneler ve ortamlar üzerinden karşılaşmayı mümkün hale getiren kurgusal mekânlardır. Başkalığı ona saygı duyma becerimizle birlikte koruyabilmemiz gerekiyor. Her zaman sahici bir karşılaşmanın olanağı üzerine düşünürüm. Farklı temalardan yola çıkarak oluşturduğum her serginin taşıyıcı felsefesi de bu. Hafıza Tepesi, Bellek İvmesi ve İnsan Uçup Giden Bir Kuş Değildir yerleştirmeleri insan hikayelerinin dolaşıma girdiği hafıza çalışmaları. Geleceği tahayyül edebilmek için geçmişe farklı bir bakış açısıyla yeniden bakma fırsatı yaratan ve tartışmaya açan yapıtlar. Geçmiş yaşanmış ama tamamlanmamış bir şeydir, bu açıdan her zaman bir ara alan olarak kalmaya devam edecek, yeniden yoğrulmaya açık olacak. Geçmişi kimin nasıl bir bakışla yazacağı bir mücadele ve karşılaşma alanı olacak. Çalışmalarımın teşvik ettiği tüm tartışmaların bu mücadeleye bir etkisi olacağını düşünüyorum.
Sanat pratiğinizi “Bir tuval resmine hapsolmuş sanatçı değilim. Sürekli bir keşifle derdi olan, yeni bir yaratma derdi bulunan sanatçıyım.” sözleriyle açıklıyorsunuz. Gerçekten de çalışmalarınız pek çok farklı materyal ve teknik içeriyor. Fakat yine de, aklınız yeni bir fikirle meşgul olduğunda, zihninizde anlatmak istediğiniz yeni bir konu belirdiğinde “elim önce bu araca/tekniğe gidiyor” diyebileceğiniz bir araç/teknik var mı?
Çağdaş sanatı tanımlayan şey, farklı disiplinlerin birbirlerinin sınırları içinde üretebilme ve hareket edebilme yeteneğidir. Düşünceleri ifade etmeye olanak tanıyan farklı araç ve materyalleri kullanmanın bir yöntemini bulmaktır. Çalışırken ben de kendimi olasılıklara açık bırakıyorum. Son dönemde taş ve metal kullanarak yaptığım Uyandığımız Çağ sergisinde de yer alan Yedi Gözlü Güneş adlı heykeller böyle bir sürecin sonucu. Güneş Taşı serisi adını verdiğim bu işlerde Göbekli Tepe gibi megalit yapıları referans alıyorum. Dairesel görünüme sahip bu ilksel yapılara güneş biçiminde tasarlanmış inanç alanları olarak bakıyorum. Benim yapmak istediğim taşın maddeselliğini, özünü, varlığına daha yakın bir şeyi ortaya çıkarmak, soyut formları doğal ya da işlenmiş taş ve metalle tamamlamak.
Mitlerden hareketle çalışıyorsunuz; eserlerinizde Yedi Uyurlar, Şahmaran, Troya, Zülkarneyn gibi pek çok isme referans var. Anadolu topraklarından doğan mitler arasında sizi en çok etkileyeni paylaşabilir misiniz? İşlerinizdeki güneş vurgusunun bununla bir ilişkisi var mı?
Çalışmalarımda kullandığım referanslar rastlantısal değil, hepsi belli bir dönemdeki düşüncelerimle ilgili. Benim için biri diğerinden daha önemli değil ama birini anlatmak isteseydim çocukluğumdan beri beni etkileyen ve çalışmalarımda yer almaya devam eden bir imgeyi seçerdim. Ezidilerin inanç dünyasını izlediğimde gördüğüm şey, Tanrı’nın kendi ışığından yarattığı tavus kuşu meleği Melek Taus: Tanrı’nın yeryüzündeki esas temsilcisi. Yaşamın, iyiyle kötünün, ışıkla karanlığın güçlerinin savaşından oluştuğu anlayışını benimseyen bu inanç dünyasına göre güneş insanlığı koruyabilecek tek güç. Benim için de güneş insanlığın iniş çıkışlarını gözeten göksel bir cisim, Melek Taus gibi adalet ve barışın koruyucusu. Her iki unsur da insanın iyiyi seçme gücünü gösteriyor. Bu nedenle eserlerimde yeniden dirilişi ve yaşamın sonsuzluğunu temsil eden Melek Taus’un renklerini ve formunu sarmal örüntüler üzerinden güneşle ilişkilendiriyorum.
Yakın zamanda mimarisi ve tarihiyle dikkat çeken Palazzo Gradenigo’yu satın aldınız. Gradenigo ya da “en biricik sanat eseri olarak kalmaya devam edecek gibi” dediğiniz Venedik hakkında sizi etkileyen bir mit var mı?
Calvino, Görünmez Kentler’de Marco Polo’nun, diğer kentleri anlamak, farklılığını kavramak istiyorsam, gizli bir ilk kentten yola çıkmak zorundayım. Benim için bu, Venedik, dediğini yazıyordu. Venedik mitlerin ve hafızanın biçimlendirdiği bir şehir, hatta görselliği ve metinselliği onu başlı başına bir mit haline getirmiş. Kültür tarihi, gastronomik incelikleri ve kentsel katmanları bu tahayyülün oluşmasını sağlamış. Kanal ve köprülerden oluşan labirent gibi sistemi sayesinde her seferinde farklı bir rota sunan, sizi kendini keşfetmeye zorlayan bir gizemler dizilimi. Bir gezgin bakışıyla bilindik rotaların dışına çıkarak sanat tarihinin başyapıtları arasında gezinebilir, gündelik hayatın ritim ve ritüellerini gözlemleyerek kolonilerinden binlerce yıldır gelen zenginliğin ihtişam ve gösterişine ibretle bakabilir, yerlilerin tercih ettikleri mekânlarda dolaşarak onların gündelik hayat pratikleri eşliğinde tarihin izini sürebilirsiniz. Böylece siz de mevcut bir efsanenin sürmesine dahil olursunuz.
Hakkınızda yapılan haberlerden Wikipedia’ya kadar, satın aldığınız Palazzo Gradenigo ile ilgili büyük bir kafa karışıklığı var gibi görünüyor. Kimisi yanlış Palazzo fotoğrafını verirken kimi yanlış adres veriyor. Özellikle tren garının karşısındaki adada, Venice Design Week ofisinin yanında yer alan Palazzo Gradenigo’nun fotoğrafı sizin satın aldığınız Palazzo yerine çok sık kullanılıyor. Bu durum daha önce dikkatinizi çekmiş miydi, bu karışıklığı nasıl yorumluyorsunuz?
Palazzo Gradenigo’yu alacağımızı belirten basın bülteni ile fotoğraflarını ve detaylı bilgilerini paylaşmıştık. Yanlış kullanımların neden olduğunu bilmiyorum. Palazzo Gradenigo, şehrin en büyük ve en kalabalık bölgesi Castello’da bulunuyor. Santa Croce’deki büyük kanalın kollarından biri olan Rio Marin üzerinde. Beyaz İstirya kireçtaşı ve tuğlalarıyla inşa edilmiş altı katlı bir yapı.
Henüz ziyarete kapalı olan Palazzo Gradenigo’nun geleceğini nasıl görüyorsunuz? 2024 sonbaharında Güneştekin Sanat Rafinerisi olarak kapılarını açacak olan yapı, ziyarete yalnızca özel etkinliklerle mi açan dışarıya kapalı bir yapı olarak mı kalacak? Yoksa yılın her döneminde ziyaretçilerine açık olan canlı bir sanat merkezine mi dönüşecek?
Rafinerinin restorasyon süreci şu anda devam ediyor, mevcut duruma göre 2025 yılında açabileceğimizi öngörüyorum. Palazzo Gradenigo daha önce Kültür Varlıkları Bakanlığı’nın kısıtlamalarına tabi olarak konaklama, müze, sergi ve arşiv amaçlı kullanılmıştı. Venedik Bienali’nin ana sergi mekanlarından biriydi. Biz de bu alanı vakfın birçok kurumla iş birliği yaptığı bir sanat platformu, aynı zamanda sanat üretim ve sergileme alanı olarak işleteceğiz. Detayları veremiyorum şu anda ama kapalı bir yapıya sahip olmayı planlamıyoruz. Şeffaf ve ulaşılabilir bir platform olacak.
Güneştekin Vakfı’nın desteklediği genç sanatçılara sergi ve tanıtım imkânı sunması planlanan rafinerinin, vakfın odağını İtalyan genç sanatçıları kapsayacak şekilde genişleteceğini ön görüyor musunuz? İtalya ve Türkiye’den genç sanatçılar arasında kurulacak potansiyel etkileşimlerin iki ülkenin sanat dünyaları arasında ne gibi ortaklıklar yaratacağını düşünüyorsunuz?
Rafinerinin operasyonlarını nasıl yöneteceği henüz belli değil. Bu süreç restorasyonla eş zamanlı gelişiyor. Hangi kriterleri içereceğini söyleyemem ama katılımcı, erişilebilir ve eşitlikçi bir yaklaşımın uygulanacağını biliyorum. Dünyanın farklı yerlerinden insanlar için bir bağlantı ve buluşma noktası olmanın yollarını arayacağız. Venedik, sanat düşüncesinin yaşamın bir parçası olduğu, çağdaş sanatın gelişimlerine açık, küresel bir şehir. Bienalin de etkisiyle dünyanın her yerinden sanatçıların buluştuğu bir çekim noktası. İstanbul son yıllarda pek çok zorluk sunmasına rağmen halen sanat dünyasının alternatif merkezlerden biri olmaya devam ediyor. Güneştekin Sanat Rafinerisi aracılığıyla şehirler ve ülkeler arasında potansiyel her türlü kültürel işbirliklerine tamamen açık olacağız.
Yorumlar kapalı.