Doğa Kadın İlişkisi, Ekolojik Kıyım ve Tecavüz
İçinde yaşadığımız ataerkil devletli sistemde cinsiyet ayrımcılığı ve doğa talanı her an her yerde karşılaştığımız bir olgudur. Cinsiyet ayrımcılığı evde, işte, sokakta, ders kitaplarında, siyaset sahnesinde, hayatın her alanında açık bir şekilde hep karşımıza çıkmaktadır.
Neolitik toplum, doğa ile tamamlayıcı bir ilişki halindedir. Bu yapıcı ilişki insanlar, özelikle de kadınlar ile doğa arasında mükemmel bir bağ kurmakta ve birlikte refah içinde yaşamlarını sağlamaktadır. Bu ekolojik denge içinde bir ihtiyaçtır.
Sümerce’de özgürlük için kullanılan ilk kelime olarak bilinen “Amargi” (Anaya Dönüş) anlamına gelir.
Kürtçe’de ise “Jin, Jîyan, Azadî” (Kadın, Hayat, Özgürlük) sözünün kadının doğanın ayrılmaz bir parçası, doğal toplum merkezin de ise yönetim ve manevi güç olduğunu göstermektedir.
Bir toplumu yok etmek istersiniz, öncelikle o toplumun yaşam kaynağını hedef alırsınız, kadın ve doğayı.
Tam da bu yüzden kadın ve doğaya hep tecavüz edilmekte, tam da bu yüzden bu tecavüz her gün çoğalarak artmaktadır, söz konusu Kürt kadını ve doğası olduğunda doğal hali ile olaylar Kürtler için farklı seyreder.
Kadın üzerindeki tahakküm, zihniyet ve beden üzerindeki tahakkümdür. Bu tahakküm biçimi kadın ve doğa arasındaki ilişkiye darbedir. Bu tecavüzler ve tahakkümler ataerkil kültürünün ve bunu besleyen devletli sistemin bir sorunu olarak ortaya çıkmaktadır.
Kadına yönelerek başlayan tecavüz artık hiçbir sınır tanımıyor, gün geçmiyor ki tüm ülkede özelikle Mezopotamya’da ataerkil sistemin, sistematik bir şekilde bu sistemin memurlarının taciz ve tecavüzlerine maruz kalmasın kadınlar ve doğa. Bu sistem her şeye tecavüz etmektedir. Kendi amaçlarına ulaşmak için tecavüzü bir yöntem olarak görmektedir.
Köleliğin ilk halkası ve erkeğin kadın üzerindeki iktidarı tecavüz ile başlar.
Daha sonra tüm toplum ve doğayı kapsar. Erkeğin doğa üzerindeki tahakkümü de bu şekilde başlar. Bu anlam da sınır tanımazlık günümüzde de AKP’nin 19 yıllık iktidarın da daha da artarak devam etmektedir.
AKP, iktidardaki 19 yılına birçok talan projesi sığdırdı. Maden ocakları, HES’ler, termik santrallar, mega projeler, kelimenin tam anlamıyla ülkeyi tarumar etti. Kanunlarda ve yönetmeliklerde yapılan değişiklikler talan şirketlerinin işini kolaylaştırdı. Öte yandan 19 yıllık iktidar döneminde yaklaşık 8000 kadın katledildi.
Bu iktidar döneminde katledilen, intihara sürüklenen kadın ve çocuklar başta olmak üzere insanların genel sayısına ve doğanın üzerindeki tahribata baktığımızda savaşlarda ortaya çıkan bir tablo gibi duruyor karşımızda.
Maalesef yazıyı kaleme alırken, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği hakkında “aile yapısını bozuyor” denilerek kapatma davası açıldığını öğrendim iktidar yandaşları tarafından.
İstanbul Sözleşmesi’ni kaldıran iktidar yine iktidar olmuştu.
Kadın ve Doğaya İlk Tecavüz
Çoğumuz Gılgamış destanını okumuşuzdur.
Gılgamış mutlak iktidar olmak için İştar ile evliliği reddetmektedir. İştar’ın mabedinden başka bir kadın seçer. Bu şekli ile rahibeleri arasında şüphe tohumları ekerek tapınaktaki birliği bozmakta hem de iktidarını teminat altına almaktadır. Daha sonra İştar’ın mabedinden bir rahibeyi Enkidu’yu kandırmak için kulanır. Rahibe Enkido tarafından tecavüze uğrar, bu yolla kutsal rahibelik kirletilir. Gılgamış artık her şeyi yapabileceğine ikna olmuş adam olarak Lübnan dağlarına kadar gider ve ormanları talan eder. Gılgamışın bu eylemi doğaya ilk tecavüzdür. Köşk ve sarayın ihtişamı için ağaçları kesmektedir.
Dikkat edersek, neolotiğin bütün kutsalları iktidarın ilk hedefleri olmaktadır. Kadına tecavüz etmek ve ağaçları keserek doğaya tecavüz etmek.
Günümüzde de halen sürmektedir iktidarların doğayı talan etme, ağaç kesme ve kadına tecavüz etme politikası ise Mezopotamya’da farklı bir şekilde devam etmektedir.
Doksanlı yılarda köy yakmakları ile kırsal kesimler de insansızlaştırma yapılırken şimdi ise, HES ve barajlarla bu yapılmaktadır Mezopotamya’da.
Kaz dağlarından Sason dağlarına, Zore vadisinden Dicle vadisine, Geliye Zilan’dan kanal İstanbul’a, Dersim’den Rize’ye, İzmir’e ülkenin dört bir yanı yangın yeri, HES ve barajlarla betonlara, borulara hapsedilen sularımız, sular altında bırakılarak yok edilen biyolojik çeşitlilik, kesilip yakılan ormanlar, ranta açılan müteahhitlere peşkeş çekilen tarım arazileri, yapılaşmaya açılan yaylalar…
Eski toplumlarda toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için avcılık adı altında yapılan katliam, bir çok hayvan türünün yok olmasına sebep olurken, günümüzde de sermaye sahipleri spor adı altında hayvan katliamı yapmakta, hayvan türlerini yok etmektedir. Doğa üzerinde bu tecavüzler olurken, kadına şiddet, kadın cinayetleri ve tecavüzleri, gözaltılar da kadınlara çıplak aramalarla, işkence, taciz ve tecavüz etmektedir.
Anlayacağımız dün olduğu gibi bugün de yaşam alanlarımıza, yaşam kaynaklarımıza tecavüz devam etmekte.
Dünyanın her yerinde ataerkil, sermayeci devlet sistemin ilerleyişiyle, sermayenin gelişmesi ile birlikte azami kar hırsıyla yaşam kaynaklarımız, doğamız, kadın ve çocuklarımız tecavüze uğramakta, talan edilmektedir. Kadın ve doğa arasındaki ekolojik uyum alt üst olmaktadır.
Doğa tüm parçaları ile pazarlık konusu haline getirilmiştir ve her bir parçasına ayrı ayrı değer biçilmektedir.
Her şekli ile kadın ve doğanın köleleştirilmesi ve tecavüz edilmesi, erkekli sistemin merkeziyetçi anlayışının sonucunda bu düzeye ulaşmıştır.
Bugün dünyaya baktığımızda iki önemli mücadelenin dünyadaki hakim sömürü ve savaş sistemine karşı isyan bayrağını dalgalandırdığını görürüz. Ekoloji mücadelesi ve kadın mücadelesi.
Kadınlar dünyanın dört bir yanında kadın kırımına karşı sokaklara dökülürken, binlerce insan aynı zaman da doğanın yaşadığı kırıma karşı mücadele ediyorlar.
Bu mücadeleler çoğu zaman bir kimlik mücadelesi olarak şekillendiği için bir birinden kopuk yürütülüyor. Oysa her iki kırıma ve yıkıma sebep olan aynı gerçekliktir dünyanın her yerin de, eril devletçi kapitalist sistem.
Bu anlamı ile kadın ve ekoloji mücadelesi bir birin den ayrıştırılmaz, her iki mücadele Devletli kapitalist sisteme karşı verilen mücadeledir.
Kadın bedenleri bir teslimiyet ve kontrol nesnesine dönüştürülüp ve her şeyden öte yaşamı örgütlemeden yoksun bırakıldılar. Hafızasızlaştırma kadınların siyasi yetilerini yok etme stratejisiydi.
Korku ise bedenlerini ele geçirip onlara tecavüz etmek ve onları yok etmek için bir araçtır. Böylece bu yolarlarla baskı, sömürü, şiddet, tecavüz meşrulaştırılarak katlediliyorlar.
Doğadan ve kadınlardan mahrum bırakan yersiz, yurtsuzlaştırılan, eylem yetilerini, yaşamı örgütleme güçlerini, bilgeliklerini ellerinden alan bu rejim koşulları altında yaşamları hakkında kendi sözlerini söylemez duruma getirilmişlerdir.
Şiddetin tarihi kadın bedenleri ve doğanın tahrip edilmesi aracılığıyla anlatılabilir.
Taş, maden ocaklarıyla delik deşik edilmiş dağlar, kurumuş, HES ve barajlar la betonlara hapsedilmiş sular, orman yangınları ve kesimleri ile doğamız ve kadın ve çocuklarımızın üzerindeki katliam ve tecavüz, gün geçtikçe artarak devam etmektedir.
Kadın ve doğa üzerinde ki tecavüz devam ettikçe buna karşı da mücadelemiz artarak örgütlü bir şekilde devam etmelidir.
Ekolojik, kültürel ve tarihi dokusuyla bir dünya mirası olan Hasankeyf’i sular altında bırakan, Dicle vadisini yok eden, Karadeniz’in kaderini karartan, Kaz dağlarını kaz yolar gibi yolan, şimdi ise Salda ve Van göllerine göz diken, kısacası bu ülkenin doğasına parsel parsel tecavüz eden zihniyette ve bu zihniyetin beşli sermaye çetesine ve buna benzer çetelere karşı mücadelemiz bedeli ne olursa olsun örgütlü bir şekilde artarak devam etmelidir.
Son olarak sözlerime Yaşar Kemal’in bir sözüyle noktalamak istiyorum.
“Bu ülkede dört şey olmayacaksın: kadın, çocuk, ağaç, sokak hayvanı. Umarım öbür dünyada Türkiye yoktur.” Yaşar Kemal
Yorumlar kapalı.