(Geçen haftadan devam)
Yeni ilçe olmuş bir köyün pazarı sabah saatlerinde tenha olurdu. Pazar yerinde iki çocuk ve bir kadın vardı. Onlar da yeni sağdıkları süt güğümlerini getirmiş, müşteri beklemeye koyulmuşlardı. Ali ve Fatime, atın sırtındaki yükü indirdiler, yere ketenden yapılmış genişçe bir bez serdiler. Kendileriyle getirdikleri taze sebzeleri sergi hâlinde serdiler. Heybelerindeki ekmek ve tereyağını çıkarak serginin üstüne koyup kahvaltılarını yapmaya başladılar. Tam o sırada kaymakam beyin siyah arabasını gördüler. Ömürlerinde gördükleri ilk arabaydı. Arkasındaki yazıda 1925 model Rolls Royce marka otomobildi. O yıllarda ilçedeki tek araba oydu ve adeta kentteki bütün yollar bu araba için yapılmıştı. Arada bir Midyat’tan bazı kamyonlar gelirdi. Onları görmek için çocuklar sokaklara fırlar, kamyon ya da arabayı görmek için adeta birbirlerini ezerlerdi. Sabahın bu saatlerinde küçük çocuklar uykuda olduğu için izdiham oluşmazdı. Araba garip motor sesleri çıkarıyordu. Askerdeyken duyduğu seslerin bir benzeri olmasına rağmen bu arabanın motoru metal sesine benzer bir ıslık çalıyordu. Az ötede duran arabadan Kaymakam Bey indi. Üzerinde simsiyah bir takım vardı. Beyaz gömleğinin ceketten dışarı çıkan kol uçlarında gömlek düğmeleri ilişti gözüne. Devlet büyüğü dedikleri adam buydu herhalde. Kaymakam bey, bütün bu bölgenin tek amiriydi. O ne derse onun hükmü tecelli ederdi. Gercüş ilçe olduğundan beri, gelen beşinci kaymakamdı. Her yeni kaymakam atandığında muhtar tarafından köye haber salınırdı. Kaymakamların adı ve soyadı olmazdı köylerde. Sadece “kaymakam” denilirdi. İlçe sakinleri ile civar köylerde yaşayanların gördüğü en büyük devlet temsilcisi oydu. Kaymakam adı geçtiğinde herkes susar, kulak kesilir, konuşanı huşu içinde dinlerdi. Kaymakamlar, o yıllarda yaşını başını almış, saçlarına aklar düşmüş soğuk yüzlü kişilerdi. Bir defasında kaymakamın huzuruna çıkan Muhtar Sait, birkaç dakika ile sınırlı olan huzurda bulunuşunu yıllarca anlatmıştı. Mervani köyünde oturanlar, diğer köylerde oturanlar gibi kaymakamın adını dahi bilmiyordu. Muhtar Sait’in o neredeyse her gün sahnelenen kaymakamla ahbaplık maceralarının bir yerinde bir defasında Fatih adını kullanmıştı kullanmasına ama köyün imamı kaymakamın adının Fahrettin olduğunu, ama soyadını bilmediğini söylediğinde Muhtar Sait epey bozulmuştu. O anda hazırda bulunan köylülerin aklında isim kalmadıysa da Ali, kaymakamı gördüğünde adının “Fahrettin” olduğunu bilmenin gururunu hissetti bir an. Sonra yerde duran sebzeleri tekrar tekrar dizdi, gelen giden zaman zaman burun kıvırdı satılanlara, zaman zaman çuval bezinden dikilmiş heybesini doldurup gitti. Gün dağlara doğru eğildiğinde elinde kalan sebzeleri toplayıp atına yükledi, köyünün yolunu tuttu yeniden. İki saatlik yol gideceklerdi sarı sıcak bir sonbahar gününde. Akşama doğru esen rüzgar serinlemeye başlamıştı. Üçyol boğazından Gercüş ovasına doğru esen rüzgar, gündüz vakti yeşil ne varsa sarartıp kavuruyor, akşam ateşe dökülen su gibi serinlik veriyordu.
(Devamı haftaya)
Yorumlar kapalı.