Zıt kutuplarla karakterize edilen bir dualite alanında yaşıyoruz. Hepimizin hayatında inişler ve çıkışlar kaçınılmaz bir bariyer şeklinde karşımıza çıkıyor. Hayatımızda yer alan ikilemler deryasında bir o yana bir bu yana savrulup duruyoruz. Mutluluk ve keder, sağlık ve hastalık, zenginlik ve yoksulluk bu karmaları tezahür etme yollarından sadece birkaçıdır. Bu zıtlıklar arasında aynı zamanda kendi içimizdeki ikilemleri de deneyimliyoruz: Cömertlik ve bencillik, sevgi ve nefret, hoşgörü ve öfke bunlardan birkaçıdır. Genel olarak, kişiliğimizin aydınlık ve karanlık yönlerine karşı sürekli mücadele ediyoruz. Çoğu zaman olumlu niteliklerimizle gurur duyuyoruz, ancak olumsuz nitelikleri genellikle gizlilik içinde saklıyoruz. Hepimizin sırları var; bu sırları güvendiğimiz bir arkadaşımızla veya sevdiğimiz bir kişiyle paylaşırken çoğu zaman keyif alıyor bazılarını da utançtan ve yargılanma korkusundan kendimize saklamayı ihmal etmiyoruz.
Araştırmalar, utanç verici geçmişimizi kendimize saklamak ile madde bağımlılığı, depresyon ve şiddet içeren davranışlar arasında yüksek bir ilişki olduğunu saptamaktadır. Ancak bir uzmanın konuşmasında belirttiği şu sözler hayatımda büyük bir öneme sahip oldu. Konuşmada şu sözler yer alıyordu: “Bir Petri kabına utanç koyarsanız, katlanarak büyümesi için üç şeye ihtiyacı vardır: Gizlilik, sessizlik ve yargı. Aynı miktarda utancı başka bir Petri kabına koyarsanız ve onu empatiyle doldurursanız, hayatta kalamaz.” Geçmişimizin zehirli utancından kurtulmamız için gereken empati, ancak gerçek özümüzü görebilen ve karmalarımızdan geçerken yaptığımız eylemler için bizi yargılamayan birinden gelebilir. Böyle biri de bizim için bir ‘Üstat’ profiline bürünür.
İnsanoğlu, geçmişten bugüne bir yaratıcıya bir koruyucuya bir yol yordam gösteren onun gözünde ilah konumunda olan varlığa ihtiyaç duymaktadır. Kimileri put’lara kimileri gezegenlere kimileri hayvanlara vb. birçok objeye itaat etmiş ve onları kendileri için koruyucu ve üstad konumunda görmüşlerdir. Gerçek kişiliğimizi ararken gerçek olmayanlar, kurgular ve hayaller içinde kendimizi kaybetmiş olabiliriz. Sahi hazır yeri gelmişken sormakta fayda var. Bizler gerçekte kimiz? Gerçekte bizler ruhlarız – İlahi okyanusun saf damlaları, Yaradan’ın birer yansıması ya da yalnızca birer kıvılcım tanecikleri miyiz?
Mürit sadece dualitenin farkındadır. Kendimizi, ilişkilerimizi, tuttuğumuz şirketi, gerçekleştirdiğimiz rolleri, sahip olduğumuz becerileri, sosyal statümüzü, cinsiyetimizi görür ve bunların varlığından haberdar belki de bi-haberdar yaşayıp gitmekteyiz. Bunlar, insan deneyimimizin kimliğini oluşturmak için bir araya getirdiğimiz bileşenlerden sadece birkaçıdır. “Gerçek benliğimiz” olarak algıladığımız kimlik, müziğin ahengi ile bilinçli temas kurmak için aşmamız gereken nihai bir yanılsama mıdır?
Bilinç okyanusuyla kim olduğumuz duygusunu kaybetmeyiz. Tam tersine, saf bilinç, mükemmel mutluluk, sınırsız sevgi ile gerçek benliğimizi buluruz. Kaybetmekten bu kadar korktuğumuz bu kişilik nedir? Olasılıklarımız sonsuzken, gerçek özümüzden ayrılmış bu karanlık dünyadan memnun kalmamızın anlamı nedir? Kaybetmekten korktuğumuz her şeye karşı okyanus olalım ve tekrar şişelenmemek için asıl benliklerimizi bulma noktasında çaba gösterelim.
Yorumlar kapalı.