Yazar Yavuz Ekinci’nin ‘Sırtımdaki Ölüler’ öykü kitabındaki ‘Brako’ öyküsündeki ‘Brako’ karakteri ile ilgili düşüncelerime geçmeden önce, yazarın dili ve tekniği üstüne birkaç açıklama gerekiyor; çünkü ‘Brako’ karakteri ön planda olmasına rağmen, Yavuz Ekinci öyküyü ayrıntılarla zenginleştirmiş.
Y. Ekinci, öykülerinin genelinde gerçeklikle psikolojik öğeler arasında ölçülü bir denge kurarak çağrışımları ve anlık gözlemleri çok iyi anlatıyor. İlgimizi bu öyküye yönelttiğimizde yazarın anlatım tekniklerini iyice fark ederiz. Ekinci, yerinde yararlandığı ruh çözümlemeleri sayesinde somut sahneler yakalayıp kentin fotoğraflarını çekiyor. Sözgelişi: “…kaldırımdan gelip geçenlere bakıyordum. Çoğu erkek… Yüzleri asık, adımları sert… Bir kavgadan geliyorlar ya da bir yere kavga etmeye gidiyorlar sanırsın…’’, “…ortalıkta kurt sessizliğiyle dolaşan polislere…’’ vs.
Görüntüler bize tanıdık geldikçe sanatçının içtenliği karşısında özdeşlik kurmamız kolaylaşıyor: “…şişman adam gürültüyle boğazını temizleyip yere tükürdü. Eve dönmek geldi içimden…’’
Yazar, fotoğraf makinesinin objektifini ansızın sosyal konulara çeviriyor: “…kirli, soluk benizli sakız satan kız çocuğu…’’ Kahve kahve, kafe kafe ve kaldırım kaldırım gezen dilencilerin sorunu…
Yavuz Ekinci, çoğu öyküsünde olduğu gibi ‘Brako’da da sesli düşünerek kendi kendine konuşan biri gibi yazıyor sanki. Sözgelimi: “Saçları uzun olanla göz aşinalığımız var gibi. Selamlaştık. Düzgün yüz hatlarıyla çok hoş biri, fakat tırnakları çok uzun…’’, “Nedense kimse ikindi sonrası aya bakmıyor. Güzelliğine ve etkileyiciliğine de kimse şiir yazmıyor. Yoksa varlığı kuşkulu olduğundan mı?’’
Doğrusu, yazarın üslubu uzun uzun incelenebilir, değerlendirilebilir ama şimdilik bunu bir yana bırakıp ‘Brako’ karakterine değinmek istiyorum…
Y. Ekinci, öyküsünde ‘Brako’ kavramı ile ilgili bir dipnot düşmüş: ‘’Kürtçe. Halk arasında hem deli ve hem de veli olarak bilinen kişilere verilen ad.’’
Bilindiği gibi Doğu ve Batı edebiyatı ile felsefesinde velilere veya bilgelere deli gözüyle bakılmıştır; deliler de veli veya bilge diye anılmıştır. Shakespeare’in oyunlarındaki çoğu soytarı bilgeler gibi konuşur. Böylece tanım birçok deliye özgü bir genelleme kazanmış. Zaten yazar da bu delilik özelliğini bile bile seçerek öyküde Batman’da tanınan Brako ile bir başka (sözde) Brako’yu karşılaştırmakla izlenimlerini aktarmış oluyor. Dolayısıyla iki Brako’yla karşı karşıyayız:
Fotoğraftaki, Rahmetli Brako’nun tasviri şöyle: Kaldırıma uzanmış Brako’nun tasviri ise şöyle: “Nefes alıp verirken düğmeleri kopmuş, yırtık ve kirli gömleğinin gizleyemediği kıllı göğsü inip kalkıyordu. Bitişik gür kaşları, uzun kirpikleri, kirli sakalı, büyük burnu, uzun zamandır makas görmemiş saçları, geniş ağzı, sararmış dişleri ve ışıldayan iri gözleriyle tuhaf bir yaratığı anımsatıyordu…’’
Öykünün sonunda ‘kahkaha atan’ fotoğraftaki Brako’ya bakıp sevinçle soluklanan anlatıcı-yazar, kaldırımdakinin sinirli bakışları altında ezilmiş ve tedirginlik duymuştur.
Brako öldükten sonra meşhur ve kült oldu; hatta ‘Brako Sendromu’ ortaya çıktı. Batman’da onun gibi giyinmeye, yaşamaya başlayanlar görüldü; kimi kahvelere, kafelere onun ismi verildi; öyle ki, bir ara heykeli bile dikildi.
Bir zamanlar Brako’yu tanıma bilme merakıyla dolup taşmıştım. Onun yaşam öyküsünü çok dinlemiş ve okumuştum. Brako, çıplak ayakla, kolunun koltuğunda bir somun ekmekle yaşadığı mahalleden geçen çöplük deresinin duvarlarının ardındaki teneke kulübesine gidip gelirken mahalleli onunla alay eder ama o her zaman gülümsermiş…
Velhasıl Brako benim gözüme Diyojen gibi görünmeye başlamıştı. Antik Yunan filozofu Diyojen, Atina’da yaşamış ama sosyal hayattan uzak durmuştur. Giyimde, barınmada, beslenmede ve davranışta uygarlığın tüm geleneğini reddetmişti. Öyle ki, Büyük İskender Diyojen’e bir dileği olup olmadığını sorduğunda, o şöyle karşılık vermişti: “Gölge etme başka ihsan istemem!’’ Hatta yazıldığına göre, daha sonra Büyük İskender yanındakilere şöyle demiş: “Büyük İskender olmasaydım, Diyojen olmak isterdim.‘’
Aynı zamanda Kinik olan Diyojen bir fıçıda yaşardı. Kinik, Yunanca Kynikos’tan gelir. Anlamı da ‘köpeksi’dir. Gorgias ve Antisthenes’in öğretisi Kinizm’i yayan Diyojen olmuştur. Kinikler dünyevi hazlar ve toplumsal ihtiyaçları yadsıyıp insanın özgürlüğü ve kendi iç bağımsızlığına önem verirler. Kiniklerin temel ilkeleri de erdemdir. Diyojen’in hayatı ve felsefesi psikiyatristlerin de dikkatini çekmiş ‘Diyojen Sendromu’ ortaya çıkmıştır. Bu sendrom anti sosyaller, yalnız ve kir pas içinde yaşayanlar için kullanılır…
Belki yazar Yavuz Ekinci de ‘Diyojen Sendromu’ndan esinlenmiş, belki de kendi hayal gücünden yararlanmış; kim bilir, iki Brako’yu öyküsünde canlandırmıştır. Fakat sahte Brakolar gerçek Brako’nun yerini tutamazdı. Rahmetli Brako özgündü. Makas görmeyen saç ve sakalı, yırtık pırtık elbiseleri, siyah beyaz fotosu, paslı tenekelerden ufak kulübesi, art arda yakıp attığı kibrit çöpleri ve üzerine anlatılan rivayetlerle (umutsuz aşk, ticarette iflas, vb.) deli filozof olarak dilden dile dolaşıyordu efsanesi.
Brako, Garaudy’nin deyişi ile “Cehennem başkalarının yokluğudur’’ diye yaşamayıp, daha çok Sartre’nin ‘’Cehennem başkalarıdır’’ deyişine uygun yaşamıştı. Brako’nun yalnızlıkta, yoksullukta ile doğal yaşamda-tıpkı Diyojen gibi- mutluluğu, özgürlüğü ve huzuru bulduğuna inanıyorum.
Brako üzerine okuyup araştırdıkça (yerel gazetelerimizde ondan çok söz edilmiştir.) İbn-i Haldun’un ‘’Coğrafya kaderdir’’ sözü daha çok anlam kazanıyordu benim için. Düşünüyorum da, Brako Batman yerine Londra’da, Berlin’de ya da Paris’te yaşasaydı bütün varlığıyla bir bohem diye nitelendirilecek, neticede entelektüel bir vizyon kazanacaktı. Talihsizlik işte!
Ve sonraları Brako’yu izlediğim yabancı bir filmdeki bir oyuncuya benzettim: ‘Paramparça Aşklar ve Köpekler’ filmindeki bu karakter: saçı sakalı birbirine karışık, çöp toplayan, eski muhalif, köpeklerle yaşayan kiralık bir katildir…
Filmde geçen olayların birinde, üvey kardeşlerden birisi kiralık katili tutup kardeşini öldürmesini ister. Katil de iki kardeşi bir araya getirip bağlar ve kardeşleri baş başa bırakıp kendi çarelerine bakmalarını söyleyerek çeker gider. Bu arada kardeşlerin paralarını, saatlerini almış ve arabalarına el koymuştur. Sonra da saçını sakalını keser, bir takım elbise giyer ve yeni bir hayata doğru yola koyulur…
Eğer Brako yaşasaydı, yeni bir hayatı tercih eder miydi, yoksa Brako olarak yaşamayı sürdürür müydü? Bir yandan kim bilir diye düşünürüm öbür yandan da Brako Brako’dur, derim!
Yavuz Ekinci, kentimizin meşhur bir portresini etkileyici ve lirik anlatımıyla bizlere yeniden hatırlatmıştır…
Yorumlar kapalı.