Kimi vakit basit gibi görünen kimi gerçekleri anımsatmak bile gına getiriyor. Ama konu çevremiz ve psikoloji olunca nemelazımcılık bazen zor görünüyor!
Birincisi, ‘yoğunum’ deyişi. Günlük hayatta çevremizden bu deyişi sıklıkla duyarız. Ne kadar çok yoğun insan var! Şaşılacak şey, değil mi? Yoğunum, çok yoğunum, yoğun bir dönemdeyim vb. deyişleri duya duya insan sıkılıyor bir nevi.
Evet, yoğun olduğunu söyleyen bazı insanların bu kelimenin anlamını bütünüyle bilip bilmediği şüphesi içime doğar. Gerçi, kullandığımız birçok kelimeye hakim değiliz ya! Ben ‘yoğun’ kelimesini duydukça TDK sözlüğüne bir daha bakarım. Yani dağarcığıma yerleşsin. Demek ki, kullanışa göre sözlükteki 5. madde kastediliyor: sıfat, mecaz dolu, sıkı, sıkışık, çok, konsantre.
Şu halde o insanlar dolu ve sıkışık bir dönemdeler, sıkı ve çok çalışıyorlar, üstelik konsantre olmuşlar.
O halde diyelim ki, bir günlük zaman dilimini dörde bölelim; bir çeyrek uykudayız, bir çeyrek herhangi bir işteyiz veya çalışmıyoruz, bir çeyrek yemek yemekle uğraşıyoruz ve bir çeyreği de ilgilerimize veya kimi meşgalelere ayırıyoruz.
İnsan gerçekten yoğunsa ya da yaptığı işe yoğunlaşabiliyorsa altı saatte neler yapmaz ki? Hani üretkenlik, başarılar, yaratıcılık ve emekle yoğrulan gelecek? Siz bunlara bilimsel-akademik çalışmaları, teknolojik ve ekonomik gelişmeyi-büyümeyi ile sanatsal ve kültürel ilerlemeleri de ekleyebilirsiniz. Nerede çok çalışmak?
Kazın ayağı öyle değil. Mesela, tam konsantre olmuşken, her yönden esebilecek rüzgarlara açığız; bir cep telefonu çalmayagörsün…
‘Yoğunum’ diyen bazı tanıdıklarımızın-bildiklerimizin zamanının çoğunu ya kafede-kahvede oturup oyun oynadığına, ya çene çaldığına ya da sosyal (doğrusu bence sanal) medyada vakit öldürdüğüne veyahut gezip tozduğuna şahit oluruz. Genel anlamda toplumsal ve bireysel gelişime bakacak olursak; bu durumda yoğun olduğunu söyleyenler ya yalan söylüyor, ya bizden kaçıyor ya da kendini kandırıyor…
İkinci deyiş ise, ‘yoruldum!’ Söz konusu olan düşünsel, zihinsel bir çaba içinde iken gelişen bir sohbette ya da tartışmada daima ‘yoruldum’ denmesi. Bir de öyle bir tonlarlar ki, sanki inşaata demir, çimento taşımışlar, bir tarlayı çapalamışlar veya bağda-bahçede üzüm, portakal toplamışlar!
Yani düşünsel, zihinsel faaliyette bulunmaktan bıkmışlar. Bu, üretmemek, yaratmamak ve çözüm bulmamak için nasıl bir kaçış? Tamam, insan usanır tekrarlardan, aynı konulardan. Aslında büsbütün görsel ve sanal medya ile popüler şarkılardan etkilenmedir ‘yoruldum’ denmesi.
Evet, düşünmek bizi yorar, zihnimizi çalıştırmaktan kaçınırız. Boş boş düşünüp dururken birçok parlak fikrimiz doğar, ne var ki faaliyete geçirmeyiz onları. Fakat medyaya bağlıyız. Teknolojinin etkileri müthiş! Görsel, sanal medyadan gelen her sesle, her görüntüyle ilgileniriz. Orada sözde bize ait düşüncelerimizi, duygularımızı heves ve heyecanla habire paylaşırken hiç yorulmaktan söz etmeyiz. Dahası yorulmak aklımıza gelmez.
Gerçek anlamda düşünmek ve zihin faaliyetleri tam bir sanat işidir, hatta bu alanda zanaatkar olmak gerekir. Beyin işi hem eğitim hem de tecrübe gerektiriyor. Yani güç iş!
Çevremizde olup biten her şeyi ve herkesi dinler, aynı zamanda izleriz. Dört bir yandan dizilerin, televizyonların, internet gazetelerinin, görsel ve sanal medyanın, boş gevezeliklerin bombardımanı altındayız. Bir türlü kendi düşünce ve duygularımıza sıra gelmez. Kendimize yönelmeye, yalnız olmaya zaman kalmaz. Bilakis sanal, görsel medya sitelerinden, internetten basmakalıp, beylik hatta sıradan sözleri kendi duygu ve düşüncelerimiz gibi benimseyip paylaşırız. Oysa ne bir bireysel yaratıcılığımız, ne de özgün bir düşüncemiz var ortada. Yani kendimiz için kültürlenme, bilgilenme hep eksik.
Eskiden yazılmış kitapları okurken, eski filmleri izlerken zaman zaman hayrete düşmemek elde değil.
Kadınlar nakış işlerken veya örgü örerken konuşurlardı, erkekler de evde gece sohbetleri yaparlardı; hiçbir zaman yorulmaktan söz etmezler, hatta hepsi eğlenip keyif alırlarmış. Günümüz kuşağına masal gibi gelebilecek böylesi zamanlar da varmış!
Yorumlar kapalı.