Merhaba sevgili okurlar,
Son zamanlarda hepimizin yakından takip ettiği Rusya-Ukrayna savaşı ne yazık ki hız kesmeden devam ediyor. Rusya’ya karşı direnen Ukrayna umarım bu süreci en az can kaybı ve maddi hasarla atlatmayı başarır. Her ne kadar dünya genelinde İslamofobi ağır ırkçı saldırılar ile kendini göstermeye devam etse de bizler dil, din, mezhep ve kimlik ayrımı yapmaksızın Ukrayna’da yaşayan herkesin bu süreci en az hasarla atlatmalarını diliyoruz.
Gelelim asıl konumuza. Bugün sizlerle yüzyıllardan beridir devam eden savaşları ve bu savaşların toplumlar üzerinde yarattığı değişim ve farklılıklara değineceğiz. Bu farklılıklar nelerdir? Bu farklılıklar arasında günümüzün en büyük sorunu olan ve Türk literatürün de son yıllarda yeni yeni yer edinmeye başlayan kimlik konusuna değineceğiz.
Öncelikle kimlik nedir? Kimlik, dünyanın geçmişle, gelecekle ve diğer insanlarla ilişkilerini anlamlandırma ve kuvvetlendirme noktasında kilit görev üstlenmektedir. Linhard ve Porsons’a göre, kimlik kavramı çağdaş ekonomik tartışmalarda her zaman önem arz eden bir kavram olarak var olmuş “kurumsallık” “aidiyet” gibi kavramlarla da bir arada ele alınmaya başlanmıştır.
Yıllar hatta yüzyıllardan beridir dünya üzerinde yaşanan sosyo- ekonomik ve diğer sorunlar göç hareketliliğini zorunlu kılmıştır. Doğanın insan yaşamı üzerinde söz sahibi olduğu yıllarda yaşanan göç hareketliliği ile insanın doğa üzerinde söz sahibi olduğu yıllarda gerçekleştirilen göç serüveni farklı nedenlere dayandırılmaktadır. Teknolojinin gelişimi ve birçok insan unsurunun doğa ve çevre üzerinde otoritesinin baş gösterdiği günümüz dünyasında, göçlerin ana kaynağını siyasi ve ekonomik gerekçeler belirmektedir.
Aslında Rusya-Ukrayna savaşlarını ele almamızın asıl sebebi kimlik konusunu biraz daha somut hale getirerek gözler önüne serebilmekti. Rusya’nın Ukrayna’ya nazaran daha güçlü bir ülke olması Ukrayna’da yaşayan birçok insanın farklı ülkelere sığınmasına neden olmuştur. Birçok ülkeye sığınan Ukraynalılar sürecin gidişatına göre ya geri dönecektir ya da bulunduğu ülkede yaşamayı seçecektir. Bu süreçte Ukrayna’dan diğer ülkelere gerçekleştirilen göç siyasidir. Aynı şekilde 2011 yıllında Suriye’de yaşanan iç savaştan kaynaklı yaklaşık 8-10 milyon Suriyelinin farklı ülkelerde yaşamaya başlaması ve Afganistan’da yaşanan olaydan kaynaklı Afganların ülkelerinden kaçışları da siyasi gerekçelere dayanmaktadır. 1961’li yıllarda yani ikinci Dünya savaşı sonrası Türkiye’den Almanya yönlü gerçekleşen göçün ana temelini ise ekonomik gerekçeler oluşturmaktaydı. 2022 yıllında AB ülkelerinde legal ve illegal yollarla yaşayan 5 ile 8 milyon Türk’ün varlığından söz edilebilir.
Yukarıda belirtmiş olduğumuz hususlar çerçevesinde yaşanan göçler beraberinde farklılaşmayı ve kimliksizleşme sorununu getirmektedir. Entegre olduğu topluma ayak uydurmaya çalışan bireyler kendi benliklerinde uzaklaşmaya başlamakta ve kimlik karmaşası yaşamaktadır. Küresel bir köy haline gelmeye başlayan evren içinde gerçek kişiliklerini bulamayan başta çocuklar ve ebeveynler psikolojik travmalar ve toplumsal dışlanma ile karşılaşmaktadır.
Toplumsal dışlanma bireylerde ne gibi hasarlar yaratır?
Gerçek benliğini bulamayan bireyler gerçek benliklerini bulmak için içinde bulunduğu toplumun dayattığı rollere ayak uydurmaya çalışacaktır. Belli başlı sorunlardan kaçış, bireyi sigara, alkol uyuşturucu ve fuhuş batağına sürükleyecektir. Kendi benliğini bulamayan bireyler günümüzün en büyük sorunu olmaya başlayan cinsiyet kaymaları karşı cinse ilgi duyma ya da karşı cinse benzemeye çalışmak için belirli operasyonlara sürüklenecektir.
Gerçekleşen göç ve farklılaşan kimlik değişimleri sürecine dikkat edilmemesi noktasında 2050’li yıllarda bizleri büyük bir kimliksel yok oluş beklemektedir.
Yorumlar kapalı.