Hayatınızda ‘babam’lı şarkılar, türküler yoksa, yoksul ve yalnızsınız…
“Baba olunca anlarsın demişti” babam. Yeni yeni anlıyorum ‘babam’lı şarkıları türküleri… Suzanna Tamaro, “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” adlı kitabında “Asıl acı veren ölüm değil, gidenlere söyleyemediklerimiz” der.
97’nin Sonbaharı, O’nun son baharı oldu… Babamı ellerimle toprağa verip eve dönünce, beynim savaş alanına dönmüş, binlerce soru, pişmanlık ve ölüm acısı iç içe… Sevgimin gerçek adresini kaybedince anladım. O’na soramadığım, anlatamadığım oysa ne çok şey varmış…
Öyle bir pişmanlık ki, ölüm acısına denk! Yıllarca peşimi bırakmayacak sorular, keşkeler…
Ve bir süre sonra gerçeği kabullenip, artık babam yok, kahramanım cennete gitti diyorsun. İşte o zamanlar acılar ve sorularla beraber büyüyorsun… Belleğimdeki tüm anılar ağır yaralı olsa da, özlüyorum çocukluğumu, babamlı yılları…
Bir gün çarşının en kalabalık yerinde, avazım çıktığı kadar insanlara şunları bağırmak isterdim:
“yaşarken onların değerini bilin, çiçek verin. Ölüler çiçekleri koklayamaz ki! Onlara hayattayken seni seviyorum, bizim için çok değerlisiniz deyin. Yaşarken onlara zaman ayırın hatta zaman yaratın…”
“Ah bir bilseniz Seni Seviyorum’a gecikmenin ağır bedelini… Öldükten sonra 40 perşembe mezara gitmek yerine, yaşarken 4 gün ayırın. ”
İlkokul 3. sınıftayım, babam bana bir ceket almıştı, eve gelmemi bekleyememiş, okula gelip sınıfta giydirmişti. Bazen gece nöbeti dönüşü eli dolu gelirdi. Uyandırır bir şeyler yedirir sonra uyuturdu. Sabahı bekleyemezdi. Onun sevgi anlayışı buydu. Sadece bunların hakkını bile asla ödeyemem.
Dünyanın en karşılıksız en net sevgisi bu olmalıydı. Onu tanıdıktan sonra anladım ki, sevginin okulu yokmuş…
Üniversiteyi kazandığım gün sadece ” ne olacaksın” demişti. Tıpkı patlattığım onca plastik topun nedenini sormadan yenisini alması gibi. Hoşgörülüydü. Tahammül ve acı eşiği yüksekti. Affetmeyi severdi. “Kin ve nefret, ağır bir yüktür taşımayın, affedin” derdi.
O yaşarken cep telefonu yoktu. Doyasıya gurbette konuşamadık. Şimdi ne zaman birini babası arasa telefondaki “Babam” yazısı canımı acıtır, kıskanırım. Tek maaşla 9 kişiye bakan, kimseye muhtaç etmeden okutup büyüten koca yürekli adam, iyi ki babam oldun, Nur içinde yat, mekanın cennet olsun inşallah. 2 maaşla tek çocuğa bakamam diyenler keşke seni tanısalardı…
Babam demiryolcuydu, ne zaman bir tren garı görsem, babam kokar her yer! Ve hala bir filmde tren garı varsa o filmi izlerim. İçinde babam geçen tüm şarkıları, türküleri ezbere bilirim, dinlerken babamlı yılları yaşarım…
Babacığım, esmer kahramanım ; okuduğum en gerçek kitap sendin… Gerçek hayat okulu, sımsıkı saran kollarındı. Kollarınla değil canınla sarılırdın…
Farkında değildik, hayat yükün çok ağırdı. Ağız dolusu güldüğünü hiç görmedim, sadece tebessüm ederdin.
Yaşasaydın seni gülümsetmek için her şeyimi verirdim. Ama geciktim babacığım! Hani insan bazen kendine bile gecikir ya, öyle işte…
Dünyanın en lezzetli gazozu hangisi deseler, seninle Eskişehir Tren Garı’nda içtiğimiz gazozdu.
Bir kaç yıl önce Bodrum’dan Ankara’ ya dönerken, sadece babamla anılarımızı yaşamak için Eskişehir’de indim. Babamla gezdiğimiz yerleri gezdim. Tren Garı’nda gazoz içtim sonra yola devam ettim. Kimilerine göre bu çılgınlık, böyle bir şey için yarı yolda inilir mi… Söz konusu babaya özlemse bence inilir…
Hiçbir şey eskisi gibi değildi yine de babamın izlerini hissettirdi Eskişehir Tren Garı ve her şey
Değerli Okurlar,
Aslında bu yazı tüm babaların anısına yazıldı. Eminim herkes babasından bir şeyler bulmuştur.
Babasını özleyen evlatlara tercüman olabildiysem, ne mutlu bana…
En delikanlı babalar, çocuklarını yaşatan ve onlar için yaşayandır…
İncir kabuğunu doldurmayacak şeyler için suç işleyenler, çocuklarını yalnız bırakanlar, iki kere suçludur…
UNUTMAYALIM!
Yaşattığımız her iyilikte babalarımız orda…
Lütfen daha çok iyilik yapın, daha çok gülümsetin, babalarımızın ruhları şad olsun…
Ve biliyorum ki, ne zaman bir çocuğu güldürsem, babam da bana gülümser.
Her cuma akşamı komşulara bir tabak yemek yollarken, babam kapımızda olur.
Ve ne zaman babamı özlesem; iki kere üşürüm. O’na ayıramadığım her saniye, sormadığım her soru, alamadığım her gömlek canımı acıtır.
Ne zaman babamı unutsam; içimdeki çocuk küser bana…
Özetle; baba, her zaman açık kapınız, sıcacık yuvanız, en makbul duanız ve kara gün dostunuz…
Onların değerini bilmek dileğiyle…
(4 Haziran 2011-Muğla)