Kimlik insanoğlunun en temel noktasını oluşturmaktadır. Dünyanın geçmişle, gelecek ve diğer insanlarla ilişkilerini anlamlandırma noktasında kilit görev üstlenmiştir. Yirminci yüzyılın önemli düşünürleri arasında yer alan Charles Taylor kimlik kavramının on altıncı yüzyıldan önce yani modern öncesinde düşünülemeyeceğini öne sürmektedir. Kimlik kavramının ilk kayıtlı kullanımının “özde, bileşimde, doğada varlıkta ya da gözlem altındaki özel niteliklerin aynı olma durumu ve diğer niteliği” anlamına gelen “identie” sözcüğü olarak ortaya çıkışı 1570’li yıllara kadar uzanmaktadır.
Kimlik yani “biz” bir topluluğun mensupları arasında güçlü bir özdeşleşme yaratan tutkulu bir yatırımın sonucudur. Kimlik bireyin yasal kimliğinin bir parçası olarak hakların ve sorumlulukların ötesine geçerken yasal kimliği de içerir. Aidiyet dediğimiz duygu gelişimi kimliğin oluşumuyla bağlantılı bir şekilde meydana gelmektedir. Aidiyet veya yabancılaşmanın bir bireyin güvenlik duygusu, benlik duygusu, zihinsel ve fiziksel sağlığı üzerinde de temel bir etkisi vardır. “Kimlikler, içine yerleştirildiğimiz ve geçmişin hikâyeleri içinde kendimizi yerleştirdiğimiz, farklı yollara verdiğimiz isimlerdir.” Öyleyse kimlik ne bir gerçek ne de bir üründür, çoğu zaman dağınık ve çelişkili bir süreçtir.
20.yüzyılın son yirmi yıllına damgasını vuran kimlik kavramı Türkiye’de en çok konuşulan konular arasında yerini almıştır. Sahip olduğumuz kültürel yaşantı ve değerlerimiz zamansal çerçevede kültürel kimliğimizin oluşum evresinde en büyük etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Geçmişte ataları tarafından icra edilen davranışlar, yeni bireyler tarafından sergilenerek kültürel kimliklerini yeniden icra etme noktasında önem arz etmektedir. Ulaşım ve iletişimin artığı, küresel sınırların ortadan kalkmaya başladığı, küresel bir köye dönüşmeye başlayan günümüz dünyasında kimlik sorunu ortadan kalkmamış aksine ütopik çizgiler daha da belirgin bir hal almıştır.
Ana kaynağı ekonomi olan iç ve dış göç hareketliliği bireylerde zamanla “kimlik karmaşası” yaratmıştır. Değişim ve dönüşüm sürecine evirilen çok kültürleşme bireylerde “kimliksizleşme” sorunu ile “ben kimim” Kürt dilinde de “em kî ne” sorununun toplum tarafından daha sık sorgulanmasını sağlamıştır.
Sosyal gerçekliğin inşasında bir eylemin nesnelleşmesi için toplum tarafından benimsenmesi gerekmektedir. Bireyler kendi benliklerinin farkında olmalı ve kuşaklar arası kimliksel aktarımı gerçekleştirmelidir. Bu aktarımla birlikte hatıralar geleneğe dönüşmüş, eylem tipleri sıradanlaşmış ve kimlik inşası gerçekleşmiş olur. Unutulmamalıdır ki dilsiz ve kültürsüz toplumlar yok olmaya mahkûmdur. Bir milleti yok etmek için ana dillerini ellerinden almak en büyük ve en acımasız soyut silahtır.
Yorumlar kapalı.