İnsanoğlu yaratıldığı günden beri içsel dünyasıyla (minör), dışsal dünya (majör) arasında gerilim durmaktadır. İnsanları ilgilendiren büyük davalardan bahsederken,
“Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!” dizelerinde olduğu gibi, başını bir gayeye satan nice insan olduğu görülecektir.
Bir de günlük dertler kaygılar; küçük özlemler, arzular var… Büyük davaları savunanlar ya da savunuyormuş gibi görünenler, küçük dertlerini mesele edinenleri daima dışlayıp yok saymışlardır. Dikkat edilirse, büyük dava dediğimiz şeyler, çarpıtılıp yoldan çıkarıldıkça gözyaşından pınarların akmaya başladığı; gök kubbenin kurşuni bir kış denizi rengini aldığı görülecektir. Büyük dava zannedilen amacından saptırılmış ideolojiler, insanlığa ölüm dışında bir hediye sunamamaktadır. Bunlar aslında hediye değil; daha çok kabusa benziyor.
**
İnsanın kendi küçük dertlerine yönelmesi, yaşanan politik dejenerasyon ve kutuplaşmadan kurtulmanın yegâne çaresi olabilir. Birey her ne kadar yiter gibi görünse de bir nabzın attığını duymak, başka insanların oluşturduğu amaçlar uğrunda kaskatı kesilmekten elbette evlâdır.
Borges, Pinochet döneminde politik olarak doğru konumlanamamış olsa da ve daha sonra bunu itiraf etmiş olsa da yazdıkları,onun yazdıkları insanlığın ölümsüz mirasına dahil olmuştur.
Doğrusu politizasyonu çok fazla olan bir coğrafyada yaşıyoruz. Politik olma, her ne kadar herkese dayatılsa da politik olmamayı tercih etmek de bir çeşit politikadır. Kimse kendine dayatılan siyaseti yapmak, başkasının borazanına dönüşmek zorunda değil. Ses çıkarırken, başkasının sesinin kendi sesinde yankılanıp yankılanmadığını kontrol etmek gerekir. Tabi çıldırmamak kaydıyla… Gerçekten çıkardığımız sese kulak kesilince, bizdeki sesin hep başkasının olduğunu göreceğiz. Arthur Rimbaud, “Ben başkasıdır” derken bunu kastediyordu şüphesiz…
Gazete köşelerinde yazdıklarıyla yerdekini göğe çıkaran, göktekini yere indiren üçüncü sınıf yorumların ve Walter Benjamin’in niteliksiz dediği şairlerin karar verme mekanizmaları nezdinde etkili olduğunu ihtimalden bile saymıyorum. Herkesin yaptığı şuna benzer:
“ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla yaban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende kabaran aşkı
yetmez karşılamaya.
İnsanlar
hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
o ferah ve delişmen birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır”
Bu sözleri tarihe bir dipnot olarak kaydeden şair, hakikati tam kalbinden tutup yakalamıştır. Bağırıyoruz bağırmasına ama; sesimiz sonsuz yoklukta yitip gidiyor:
“Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.”
Netice olarak bağırmanın da bir faydası yok. Bütün bağırtılar, Andy Warhol’un ‘kitsch’ine dönüşüyor. Şimdi Borges’le satırlarımıza son verelim, o konuşsun:
“Eger, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85’indeyim ve biliyorum.”
Bu dizeler hedonizmin tedarikçisi düşünceler değil; aksine birey olmanın ve özgürce düşünmenin manifestosu değerindedir. Tek tavsiyem, yarından tezi yok bırakın o şekilden şekle giren, dört mevsimi aynı anda idrâk eden kalemleri…