‘Çözüm’ ne güzel bir kelime değil mi? İş hayatı, ticari, akraba, dost ve aile ilişkileri başta olmak üzere var olan veya olası bütün tatsızlıkları ortadan kaldıran ya da rafa kaldıran sihirli bir kelime. ‘Çözüm’, hayatımızın her alanında bulunması gereken insani bir kelime aynı zamanda. Hem zaten bizi diğer canlılardan da ayıran bu ‘çözüm’ kabiliyetimiz değil mi?
Çözüm ve süreç kelimeleri yan yana geldiğinde ise tatlı bir heyecan sarıyor bizleri. Her ne kadar kırılmış, üzülmüş olsak, yıpranmış, çaresiz ve umutsuz olsak bile bizleri kendisine kayıtsız bırakmıyor bu kelimler.
Tarih elbette acılar, kıyımlarla dolu, oraya girsek çıkamayız. Ama bizim nesil Kürtler de, gözümüzü açtığımız günden beri çatışmaların, ölümlerin, acıların içindeyiz.
Ağıtlar, kulağımızdan hiçbir zaman eksik olmadı. Yitip giden binlerce can, yok olan maddi ve manevi zenginliklerimiz, yakılan, yıkılan köylerimiz…
Acılarımızı, yıkımlarımızı yazmaya kalkarsak sayfalar dolusu hatta ciltler dolusu..
Peki daha ne kadar? Daha ne kadar yaşanacak bu acılar? Birilerinin buna dur demesi ‘çözüm’ için harekete geçmesi gerekmez mi? Eninde sonunda olacak bir şeyi geciktirerek maddi ve manevi kayıplarımıza şimdiden neden dur demiyoruz? Yıkmaktan değil de yapmaktan yana tavır alındığında aslında bir kıvılcımla tutuşacağını hepimiz biliyoruz.
Hepimiz biliyoruz çünkü canlı şahidiz. Şahidiz, en ateşli, çatışmalı dönemlerde ‘açılım’ umuduna bu toplumun sıkı sıkı sarıldığına. Şahidiz, akan kanların arasında ‘açılımlara’ şans veren bu topluma.
Şahidiz, haftada onlarca can toprağa düşerken bu toplumun ‘çözüm’ denildiğinde ‘ben de varım’ dediğine. Şimdi yine ve hatta uzun zamandır karanlığın içindeyiz, umutsuzluğun tavan yaptığı dönemdeyiz. Durup dururken nerden çıktı bu Çözüm Süreci diyenler olacaktır.
Aslında durup dururken çıkmadı. Konuyu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti gündeme getirdi. Yıllardır şeytanlaştırılan ‘açılım, çözüm ve süreç’ kelimeleri Diyarbakır’da bizzat Cumhurbaşkanının dili ve söylemiyle ‘değerli günlerdi’ moduna evrildi. Erdoğan’ın, Diyarbakır’da ve üstelik yıllar sonra defalarca Çözüm Süreci’ne değinmesi kamuoyunda yaratılan ‘Süreçten pişman’ algısını dağıttı. ‘Çözüm Sürecini biz bitirmedik’ cümlesini bir günde dört kez kullanması da cabası.
Diyarbakır’ın siyasiler için bir büyüsü var, Diyarbakır’da söylenen Diyarbakır’da kalır diyebilirsiniz. Ama bu kez öyle değildi. Erdoğan, Erzurum’da da konuya değindi. Mevcut siyasi ortam, yıllardır dillendirilenler ve hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuşmasından sonraki kısa zamanda yaşananlara dahi baktığımızda umutlu olmak için tutunacak bir dal yok gibi. Hatta Kürt Sorunu yok diyerek konuyu kapatmış gibi görünüyor. Fakat şartlar ve dengeler bazen bir şeyleri yapmak için bizleri mecbur eder. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, istediği kadar Kürt Sorunu yok desin, sorunun varlığını en iyi kendisi bilir.
Cumhurbaşkanı, biat kültürünü benimsemiş ve balık hafızasına defalarca şahit olduğumuz topluma güveniyor. Bugün yok dediğinde destekleyenlerin, yarın var dediğinde de destekleyeceklerinin bilincinde.
Madem ortada sorun yok, daha birkaç hafta önce Diyarbakır ve Erzurum’da, ‘sorunun çözümü için’ başlattığı süreci, ‘onlar bitirdiler’ diye neden vatandaşa şikayet etti?
Siyasi bilince sahip vatandaşı geçelim, beş yaşındaki çocuk da ‘sorun’ yokken neden ‘çözüm’ diye bir sürece gerek duyulsun diye sormaz mı? O günlerde sorunun varlığı için başlatılan Çözüm Sürecinde arpa boyu yol alınmadığına göre, sorun da olduğu gibi durmuş olmuyor mu?
Velhasıl Cumhurbaşkanı dahil herkes sorunun farkında. İktidar, Kürtleri dışladığı, içine almadığı bir yol haritasında, yolunun uzun olmayacağının bilincinde. Yani Kürdü hesaba katmayanların bu saatten sonra iktidarı göremeyeceğini anlamış görünüyor. Şartlar, iktidarı da muhalefeti de Kürde mecbur etmiş durumda.
Şüphesiz bir şeyler pişiyor. Mutfak harıl harıl ve buzdolabında olan süreç buzluk açılarak gözden geçiriliyor. Bu gözden geçirmenin ‘Açılım’, ‘Milli Birlik ve Kardeşlik’, ‘Çözüm’ gibi bir sürece evrilir mi hepimiz birlikte takip edeceğiz.
Eminim birçoğumuz bunun asla mümkün olmadığını düşünüyor. Böyle düşünmekte de çok haklı. Ama ne olursa olsun kavga etmek yerine soruna ‘çözüm’ odaklı her girişim değerlidir ve desteklenmelidir. Ben kendi adıma desteklerim.
Muhalefet de pişirilmeye çalışılanın farkında ve el yükselterek çok önemli bir hamle yaptı. İnsanlık için küçük fakat CHP için çok ama çok büyük bir adım geldi.
Kılıçdaroğlu, “Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözmediği bir Kürt meselesi var. Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru bir organla muhatap olmaz. Erdoğan, bunu yaptı. Devleti, İmralı ile muhatap kıldı. Mesela İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Halkın desteği var, parlamentoya gelmiş, dolayısıyla parlamentonun içinde bulunuyor, görevini yapıyor.”dedi
Kimsenin beklemediği bir anda CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bütün dengeleri alt üst eden bir açıklama yaparak hem Kürt Sorunun varlığını hem de çözümü işaret etti.
Kendi adıma söylemek gerekirse CHP’den böyle bir hamle beklemiyordum. Bir anda bütün gündemi değiştirdi, deyim yerindeyse iktidarın ayarlarını bozdu!
Uzun yıllardır ilk defa bu kadar stratejik bir hamleye şahit olduk. İyi Parti Lideri Meral Akşener’in, HDP tavrı da CHP’nin elini güçlendirdi. Doğrusu ben CHP liderinin bu açıklamasının Akşener’den bağımsız yapıldığına inanmıyorum. Planlanmış, getirisi iyi hesaplanmış bir açıklama olduğu aşikar.
Her ne kadar HDP’nin eski eşbaşkanı Sezai Temelli’den bu adıma yönelik beklenmeyecek kadar sığ bir açıklama gelmiş olsa da sonrasında Demirtaş açıklamaları ve HDP’nin deklarasyonu, toparlayıcı oldu.
Sadece toparlayıcı demek haksızlık olacak. Çünkü tıpkı Kılıçdaroğlu ve Akşener gibi, HDP de çok stratejik açıklamalar yaparak muhalefetin elini hiç olmadığı kadar güçlendirdi.
Demirtaş’ın siyasi zekasıyla sağlıklı ve güçlü bir açıklama yapmasını bekliyordum zaten. Ama HDP beni şaşırttı.
Uzun zamandır siyasi vizyonsuzluk yaşayan HDP yönetiminden bu kadar derli toplu, ince eleyip sık dokuyan ve uzatılan zeytin dalının hakkını veren bir açıklama beklemiyordum.
CHP liderinin açıklaması HDP için de can suyu oldu diyebiliriz. Uzun süredir adeta şeytanlaştırılan, illegalleştirilen, baskıların bin bir türlüsüne maruz bırakılan parti, bir anda Türkiye’nin gündemine çözüm muhatabı diye giriverdi.
Her ne kadar kendileri içerisinde olmasa da TV kanalları günlerdir HDP’nin muhataplığını tartışıyor. Muhataplık tartışmasının içeriği bana göre önemsiz. ‘HDP muhatap mı?’ tartışması bile HDP’nin muhatap olduğunun kanıtı.
Sadece, HDP’nin oy aldığı bölgeye ve kitleye baktığımızda bile muhataplık tartışmasının abesliği ortaya çıkar. HDP elbette muhataptır. Asıl tartışılması gereken HDP tek muhatap mı?
Kılıçdaroğlu, açıklamasında ‘’Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru bir organla muhatap olmaz’’ diyor. Bu sığ bir düşünce. Dünyadaki bütün örneklerde ‘’kiminle kavgalıysan, onunla barışırsın’’ gerçeğiyle hareket edildi.
Elbette meclis çözüm yeri, HDP muhataptır ama tek muhatap değildir. Bu sorunun sonucu olan illegal, legal kim varsa görüşmek zorundasın. Açıktan mı yaparsın gizli mi yaparsın sana kalmış ama aksi düşünce sorunun çözümü için engeldir.
Konuya ilişkin bir açıklama da HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’dan geldi. Sancar şunları söyledi:
“Kalıcı bir barış istiyorsak, çok geniş toplumsal mutabakat ve meşruiyete ihtiyaç var. Çözümün adresi Meclis’tir, hiçbir aktör göz ardı edilemez. Kürt sorununun başka aktörleri de vardır. Bu aktörleri göz ardı ederek bütünlüklü yöntem oluşturmak gerçekçi yaklaşım değildir. Esasen Türkiye bu durumu geçmişte deneyimledi 2009’da, 2013-15 arasında. Bana sorarsanız İmralı’nın rolü tartışması çoktan aşılmış olması gereken bir meseledir. İmralı’nın da bu konuda bir rolü olacaktır. Bu rolde geçmişte zaten ayrıca hayata geçirilmiştir.”
Tarafların açıklamalarını son derece hesaplı ve hassasiyetleri dikkate alarak yaptıklarını görüyoruz. Kutuplaşmanın zirve yaptığı bu dönemde yapılacaklar ve atılacak adımların buna göre şekillenmesi doğal. Açık, kamuoyunu içine katan şeffaf bir yol haritası, niyetlenen sürecin olmazsa olmazı olmalı. Aksi durum hassas sürecin başarı şansını yok eder.
Yol uzun ve çetrefili. Birkaç girişimin de sonuçsuz kalmış olması, çözüm için harekete geçenler için handikap oluşturacağı da gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Kolay olmayacağını biliyoruz. Muhatap ve taraflar da farkında. Diğer girişimlerden farklı olarak TBMM’nin işaret edilmesini önemli hatta en önemli detay olarak görebiliriz.
Yine geçmiş tecrübelerden ders çıkarılma umudunu düşünerek ‘neden olmasın’ sorusu ve temennisini diri tutuyoruz.
Kolay olmayacak. Güven, samimiyet, inanma, kandırma, tuzak, mecburiyet…
Bu kelimelerin içinde geçtiği yüzlerce tereddüt dolu cümle kurulabilir.
Büyük hayallerle başlayan ve devam eden Çözüm Süreci’nin yarattığı büyük hayal kırıklığını bildiğimizden kolay olmayacak diyoruz.
Biz yine de umudu diri tutalım. Sonuçta sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. Adına ne denilirse denilsin ‘çözüm’ün merkeze alındığı bir girişimin başlaması hepimizin umudu.
Gerisi sütten ağzı yananların işi…
Yorumlar kapalı.