Çözüm sürecinde Akil İnsanlar Heyeti üyesi olan Mehmet Emin Ekmen, Bahçeli’nin Kürt meselesiyle ilgili yaptığı açıklamaları değerlendirdi. Ekmen, Bahçeli için, “Zihnen hazırlıklı ve samimi” dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti yöneticileriyle tokalaşmasıyla başlayan süreçte yeni bir aşamaya gelindi. İktidar kaynakları DEM Parti’den bir heyetin İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan’la bir görüşme yapacağına dair güçlü sinyaller vermeye başladı.
İçinde bulunduğumuz bu döneme dair hiç kimse ‘çözüm süreci’ kavramını kullanmasa da toplumda ve siyasette 2013-2015 arasında gerçekleşen çözüm süreci hafızası canlandı.
Türkiye’nin 2013-2015 deneyiminin en yakın tanıklarından, çözüm sürecinin toplumsallaşması çalışmaları için çalışan Akil İnsanlar Heyeti üyelerinden DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Ekmen, yeni döneme dair sorularımızı yanıtladı.
Sürecin sonlanmasının ardından ‘Ülke içi çatışma çözümünde arabuluculuk’ başlıklı bir doktora tezi de kaleme alan Ekmen, Bahçeli’nin başlattığı yeni dönem için “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin görüşmeler yoluyla PKK’yi silahsızlandırma girişimi” tanımını yaptı. Bu yeni girişimde MHP liderini zihnen hazırlıklı, kararlı, istikrarlı ve samimi bulduğunu kaydeden Ekmen, “Bahçeli – Erdoğan ikilisinin sahip olduğu toplumsal ve siyasal meşruiyet bu sorunun çözümü için eşine az rastlanır bir kombinasyondur” değerlendirmesini yaptı.
Ekmen’in sorularımıza yanıtları şöyle oldu:
BAHÇELİ’NİN ÇAĞRISI ‘ÇATIŞMA ÇÖZÜMÜ’NE TEKABÜL EDİYOR
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti yöneticileriyle tokalaşmasıyla başlayan, Bahçeli’nin ‘Öcalan Meclis’te DEM Parti grubunda konuşsun’, ‘DEM ve İmralı yüz yüze görüşsün’ açıklamalarıyla devam eden bir dönemin içindeyiz. Siz bu süreci ‘yeni bir çözüm süreci’ ya da ‘olası bir sürecin öncül adımları’ olarak tanımlar mısınız? Değilse nasıl tanımlarsınız?
‘Çözüm süreci’ ifadesini 2013 süreci için kullandık. Literatürde böylesi süreçler için ‘çatışma çözümü’ veya “barış süreçleri” kavramları tercih ediliyor. Ve bu tanımlar, devletlerin, görüşmeler yoluyla silahlı yapıları, isyan hareketlerini, terör örgütlerinin silahsızlandırılmasını amaçlayan girişimler için kullanılıyor.
Bu kapsamda Türkiye’de bilinen en az 12 girişim olduğu kabul ediliyor. Mesut Yılmaz, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Çevik Bir’in girişimleri, Erdoğan döneminde 2004, 2009, 2011, 2013 girişimleri… Bütün bu girişimler gibi Bahçeli’nin de çağrısı örgütün görüşmeler yoluyla silahsızlandırılması arayışıdır. Bu kendi tecrübelerimiz açısından da literatür olarak da çatışma çözümü disiplinine tekabül eder.
BAHÇELİ’NİN ÇATIŞMA ÇÖZÜM PRATİKLERİNE DOĞRUDAN İŞARET EDEN CÜMLELERİ VAR
Diyor ki Bahçeli, ’İmralı’yla DEM arasında bir köprü oluşturalım. Bu köprü ile PKK terörü bıraksın. Bizim yasal ve anayasal zeminde konuşamayacağımız bir şey yok.’ Hatta Bahçeli’nin 22 Ekim özellikle 5 Kasım konuşmasında çatışma çözümü pratiğine ve ilkelerine doğrudan işaret eden cümleleri var.
Örneğin ‘statükoyu değiştirmekten’, ‘bir mutabakat noktasından diğerine küçük adımlarla ilerlemekten’, ’özgüvenimizi gölgeleyen ürkekliği bir kenara atmaktan’, ’sorunlarımıza kesin çözümler getirmek maksadıyla geçmişle günümüz arasında temas noktaları kurmaktan’, ‘çok yönlü, çok seçenekli, uzun dönemli ve kademelendirilmiş alternatiflerin çokluğundan’ bahsediyor. Bu süreçlerin zorluklarını öngörerek ‘karmaşa çoğaldıkça, kıvrılıp içinden geçebileceğimiz çatlaklar da çoğalacaktır’ diyor.
60 günü doldurmak üzereyiz. Devlet Bahçeli‘nin ısrar ettiği, Erdoğan’ın sırtını dönmediği gibi ürkek ve tedirgin tavırlarla sahiplendiği, devleti yöneten bu iki ortağın bir kez daha görüşmeler yoluyla PKK’yi silahsızlandırma girişimini izliyoruz. Bu girişimin Türkiye’nin kendi tecrübelerinden ve uluslararası örneklerden ne kadar ders aldığını, sorunun gelip oturduğu zemini ve çözümün tekabül ettiği minimum ihtiyaçları ne kadar doğru analiz ettiklerini zaman gösterecek.
ÖRGÜTÜN GÖRÜŞMELER YOLUYLA SİLAHSIZLANDIRILMASI GİRİŞİMİNİN İÇİNDEYİZ
Ben şimdilik bu süreci ‘Bahçeli girişimi‘ diye adlandırıyorum. Onlar da ‘Terörsüz Türkiye’ diye bir isim kullanmayı tercih ediyor. Ama çok net olarak söyleyebiliriz ki silahlı terör örgütünün görüşmeler yoluyla silahsızlandırılması girişiminin içindeyiz. Başında falan değiliz, içindeyiz. Kim bilir belki bir gün bir akademisyen, Erdoğan döneminde yaşanan dört girişimi, hatta ondan önceki sekiz ayrı çabayı aynı hedefin birer parçası olarak adlandırabilir ve tamamını devlet adına bütünlüklü bir şekilde analiz edebilir.
İMRALI DEVLET GÖRÜŞMELERİ HİÇ KESİLMEDİ
Bahçeli’nin ‘Öcalan örgütünü lağvettiğini ilan etsin’ çağrısının bir arka planı, işleyen başka çarkları var mı? Olmalı mı? Yoksa Bahçeli’nin çizdiği hat sorunun çözümü için yeterli mi?
Bence arka plan hep vardı, görüşmeler hiçbir zaman mutlak bir kesintiye uğramadı. Buna dair çok ciddi emareler var. Bu izleri Sayın Erdoğan’ın konuşmalarında bile bulabilirsiniz.
BAHÇELİ ZİHNEN HAZIRLIKLI VE SAMİMİ GÖZÜKÜYOR
Bahçeli zihnen hazırlıklı olduğunu gösteren, kararlı, istikrarlı açıklamalar yaptı. Ve bence samimi. Ancak Sayın Bahçeli’nin zihni hazırlığı ve samimiyeti bir gerçeklik testinden geçmiş değil. Detaylarına hakim değiliz. Bu bir ön okumadır. Hiç istemem ama en büyük risk; sayın Bahçeli’nin inandığı çözüm ile olması gereken çözümün bağdaşmama ihtimalidir. Zihinlerindeki çözüm perspektifi karşılık bulmayabilir. Bir şekilde çözeceğini düşünüyordur ama öyle çözülmez. Hata yapabilir, gelişmeler yarın başka bir yere evrilebilir ama bence Bahçeli bu çabasında samimi. Bizim görevimiz bu süreci teşvik etmek, desteklemek, cesaretlendirmek ve yol göstermeye çalışmaktır. Bahçeli, son 50 günde kendi teşkilatlarına yönelik ’Bir ve birlikte hilale doğru‘ adıyla 81 ili kapsayan 50’ye yakın toplantı organize etmiş. Girişimini, amacını kendi tabanına anlatmaya çalışıyor. Bu bir samimiyet göstergesi değil mi?
BAHÇELİ’NİN ÖCALAN’I MUHATAP KABUL ETMESİ KAÇINILMAZ BİR SONUÇ
Öcalan’ın muhataplığı çözüme giden yol mu sizce de?
Yanılmıyorsam 2011’de Cengiz Çandar TESEV için bir rapor yazmıştı. Silahsızlandırma senaryolarının nasıl çalışacağına dair bir rapordu. Rapor özetle şöyle diyordu: ‘Öcalan kendi örgütünde hegemonik ve güçlü bir lider. Ama devlet tarafında bu liderliği karşılayacak güçlü ve hegemonik bir figür yok’.
Bugüne kadar DEM’lilerin, Avrupa’dakilerin, dağdakilerin ve bu alandaki güç odaklarının Öcalan’a verdiği sayısız referansı göz önüne aldığımızda Sayın Bahçeli’nin Öcalan’ı muhatap kabul etmesi kaçınılmaz bir sonuç.
ÖCALAN’A GÜÇ DEVŞİREN SEKİZ ODAK
‘Bu alandaki güç odakları’ derken kastınız nedir?
Beş ana güç odağı olduğunu düşünüyorum. Birincisi İmralı, ikincisi Kandil, üçüncüsü Avrupa’da sürgündeki Kürt siyasetçiler, dördüncüsü Diyarbakır’daki Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve benzeri yerel organizasyonlar, beşincisi Ankara’da DEM Parti. Bu beş odağın yanında üç odak daha var. Birincisi cezaevleri, ikincisi Suriye, üçüncüsü tek başına Selahattin Demirtaş.
İlk beş odak birbirlerinin süreçlerini olumlu veya olumsuz anlamda doğrudan etkileyebilir. Diğer üç odak; yani Suriye, cezaevleri ve Selahattin Demirtaş; bu beş odakla mutabakatı bozacak bir yerde durmaktan kaçınır. Bugün itibariyle bu sekiz odak hala Öcalan’a referans veriyor, güç devşiriyor.
Bahçeli’nin basit bir akıl yürütmeyle yaptığı hamle yanlış değil. ‘Madem ki hepiniz yıllardır tamamen ve sadece Öcalan’a dayandınız, buyursun o zaman Öcalan konuşsun’ diyor Bahçeli.
İmralı bugün bir şey diyecek olsa, kimsenin artık buna itiraz etmemesi gerekir. Ama gelin görün ki realite de bu değil. Kandil’in söylemde değil ama pratikte Öcalan’ın söylemlerini tevil, tefsir ve şerh ederek İmralı’yı boşa çıkarttığı örnekler çokça var. Bu yüzden Öcalan’ın muhataplığının çözüme giden yolu açması o kadar kolay olmayabilir.
DİYELİM Kİ ERDOĞAN, BAHÇELİ VE ÖCALAN BEŞ MADDEDE MUTABIK KALDI
Öcalan’ın konuşmasının etkisi ne olacaktır?
Öcalan, Ömer Öcalan ile ilettiği son mesajında sorunu siyasi ve demokratik zemine taşıma vurgusu yaptı. Diyelim ki Öcalan, Bahçeli ve Erdoğan beş maddede mutabık kaldılar. Bu beş maddenin de gereği olan bazı anayasal ve yasal düzenlemeler var. Bu bir gecede hayata geçirilebilir bir şey değil. Meclis’e gelecek, konuşulacak, tartışılacak. En az 360 ya da 400 vekilin ikna olması gerekecek. İhtiyaç olursa referanduma gidecek.
Dolayısıyla hiç kimse tek bir açıklamayla ya da liderlerin mutabık kaldığı bir anlaşma paketiyle sonuç alınacağını düşünmemeli. Herkes kendini silahların devre dışı kaldığı, özgürce, çekinmeden ve korkmadan konuşarak, birbirimizi ikna ederek ortak aklı ve toplumsal rızayı üreteceğimiz bir sürece kendini hazırlamalı.
ERDOĞAN BUZDOLABINDAN GELEN SÜTLACI BİLE ÜFLEYEREK YESE MAKUL, KÜRTLERE KÜSTÜ
Bu süreç başladığından beri Cumhur İttifakı cephesine dair çok fazla yorum yapıldı. Cumhur İttifakı’nın iki ortağının bu meseleye bakışları arasında bir ton farkı görüyor musunuz?
Erdoğan’ın kendi ruh dünyasında Kürtlere karşı kendi samimiyetinden şüphe etmediğini ama örgütten ve Kürtlerden bu samimi duruşuna cevap alamadığını düşündüğünü zannediyorum. Erdoğan bir grup konuşmasında mealen işkencelerin, kötü muamelenin köy yakmaların bittiğini söylemişti. Yani hak ve özgürlük temelli bir kavrayıştan ziyade mazlumiyet tabanlı bir kavrayışa sahipti. Kürtlerin maruz kaldığı mazlumiyeti sona erdirdiğini, sorun olarak bir şey kalmadığını düşündü.
Demokratikleşme anlamında da olumlu adımlar attı, örgütle, İmralı’yla görüşmeler yaptı sonuç alamayınca da ‘Bunlar daha ne istiyor?‘ diye düşündü ve bence Kürtlere küstü. Bence bu hissiyat hala var Erdoğan’da. Ayrıca çok zorluklarla girişilen 2004, 2009, 2011, 2013 süreçleri de başarısız oldu. Yani duygusal bir küskünlük, başarısızlıktan gelen bir tedirginlik var. Yani sütü-yoğurdu değil, buzdolabından gelen sütlacı bile üfleyerek yemeye çalışsa, anlaşılabilir bir durum.
ERDOĞAN KÜRTLER TARAFINDAN İHANETE UĞRADIĞINI DÜŞÜNÜYOR
Kendi bakış açısıyla bu meselede olanca ‘devrimciliğine’ rağmen ihanete uğramış birisi gibi görüyor kendisini. Kürtler ve örgüt tarafından ihanete uğramış hissediyor. Bu yüzden Bahçeli’nin çıkışına temkinli yaklaşması normal.
Bahçeli’yle özel bir ilişkisi var. Bahçeli’ye karşı çıkmıyor, reddetmiyor. Ama süreci de kucaklamıyor. Hala ‘Erdoğan sahiplendi’ diyeceğimiz bir konuşma yapmış değil.
Bahçeli’ye dönelim. Bahçeli acaba gerçekten risk analizini yeterince yaparak mı bu yükü sırtlandı? İki aylık istikrarlı duruşu, önemli bir analiz yaptığı anlamına geliyor olabilir.
ERDOĞAN VE BAHÇELİ’YE GÜVENMESENİZ DE, BU SÜRECE KREDİ AÇMANIN NE ZARARI VAR?
Cumhur İttifakı’nın 8 yıllık pratiklerine bakarak böylesi bir süreçte Cumhur İttifakı ile sonuç almanın mümkün olmadığını düşünenler var. Ne dersiniz?
Ben de çok karşılaşıyorum; ‘Bahçeli’yle Erdoğan’a mı güveniyorsunuz?’ diyenlerle. Evet, çok güvenemiyorum ama bu sürece kredi açmanın ne zararı var? Güney Afrika’daki insanlar son imza atılıncaya kadar De Klerk’in bu işi yapacağına ne kadar inanırdı? Kolombiya’daki son imza atılıncaya kadar Santos’un o imzayı atacağına kim inanırdı? Dolayısıyla biz niyet okumalarıyla değil, somut adımlar üzerinden destek olalım.
ERDOĞAN VE BAHÇELİ’NİN YENİ NE DEDİĞİNE ODAKLANIYORUM
Erdoğan’ın da Bahçeli’nin de sorunlu sözlerinin, dillerinin tekrarında sorun görmüyorum. Yeni ne dediklerine odaklanıyorum. Yeni bir şey aradığımda da buluyorum. Eski dili birden terk etmeleri mümkün olmadığı gibi, kendi tabanlarına bir şekilde seslenme ihtiyaçlarını da anlayışla karşılıyorum.
BAHÇELİ – ERDOĞAN İKİLİSİ ÇÖZÜM İÇİN EŞİNE AZ RASTLANIR BİR KOMBİNASYON
Bahçeli – Erdoğan ikilisinin sahip olduğu toplumsal ve siyasal meşruiyet bu sorunun çözümü için eşine az rastlanır bir kombinasyondur. Başarılı olmalarını samimiyetle diliyorum. Bu meselenin çözülmesi Türkiye’yi bu tarihsel bagajdan kurtarmak ülkemizi dünya liginde bambaşka yere taşıyacak sonuçlar üretir.
HİÇ KİMSE DEM’DEN PKK’YE TALİMAT VERMESİNİ BEKLEMESİN, ÖYLE BİR GÜÇLERİ YOK
Bu süreçte DEM Parti’ye önemli bir misyon yüklenmiş gibi gözüküyor. Ama bir taraftan da DEM Parti, sorumlu davranmamakla, çözüme katkı sunmamakla, Öcalan’ı dinlememekle, şiddetten taraf olmakla eleştiriliyor. Siz DEM Parti’nin bu süreçteki tutumunu, açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce DEM Parti’ye yapılan bu eleştiriler haklı mı?
İmralı – DEM işbirliği ile yeni bir süreç mi destekleniyor? DEM’i PKK üzerinden döven geleneksel yaklaşım mı destekleniyor? Buna karar vermek lazım. DEM’le PKK ve Öcalan arasındaki ilişkiyi şu anda tartışma konusu olmaktan çıkartmak gerekiyor. Çünkü buraya bir rol atfediyorsunuz. Aksi tutarsızlık olur.
DEM’e gelince, hiç kimse DEM’den PKK’ye talimat vermesini, emir vermesini beklemesin. Böyle bir güçleri yok. DEM’e biçilecek en makul rol Meclis zemininde Bahçeli’nin de vurguladığı yasal ve anayasal adımlara olumlu katkı vermesidir. O adımların gerçeklik testini yaratabilmesidir. Devlet bir şey yaptığını zannederken Kürtler başka bir şey düşünüyorsa yapılanlar bir anlam üretmeyecektir. Beklentiler ve niyetler arasında optimum noktayı bulmak lazım. DEM, tam da burada katkı sunabilir. Kendi sosyolojisinden topladığı bilgi ve verileri karar alma süreçlerini kolaylaştıracak şekilde kullanabilir. Bu süreçlerde toplumsal meşruiyet ve destek çok önemli bir şey. Siz ne yaparsanız yapın toplumsal rızayı üretemiyorsanız başarılı olamazsınız. DEM, hem Kürtlerde hem diğer kesimlerde toplumsal rızanın oluşması noktasında çok ciddi bir rol oynayabilir.
ÖCALAN BİR ÇAĞRIDA BULUNMADI Kİ DEM CEVAP VERSİN
DEM’e dönük kurulan ‘Öcalan’a cevap verecek misiniz, vermeyecek misiniz?’ cümlesine gelince; Öcalan daha bir çağrıda bulunmadı ki. DEM’i Öcalan’a itiraz etmekle suçlayalım.
Hatalar yapıldı mı? Yapıldı. Örneğin DEM Parti’nin parti meclisi bildirgesi çok sert, arkaik, ideolojik bir dille kaleme alınmıştı. Ancak daha sonra bir başkanlık kurulu bildirgesi ile bu izale edilmeye çalışıldı.
Kandil cephesine bakınca da hatalar var. Örneğin TUSAŞ saldırısı ya da Öcalan’ın ne diyeceğini beklemeden gelen negatif açıklamalar oldu.
ÖRGÜTE DÜŞEN TÜRKİYE’Yİ TERK ETMEK, DEMOKRASİ GÜÇLERİNE FIRSAT VERMEK
Örgüte düşen, ‘Ben silahın, şiddetin, terörün gölgesini Türkiye’nin gündeminden çıkartarak bu süreçleri kolaylaştıracağım’ demek ve Türkiye’yi terk etmektir. ‘Benim 40 bin can kaybım var, 40 yıllık mücadelem var, ben bunun için mi mücadele ettim?’ dersen, ‘O zaman mücadeleye devam et‘ derler.
İktidarın açıklamalarını dikkate alacak olursak örgütün Türkiye’de bir etkinliği kalmadı. ‘Örgütün Türkiye’yi terk etmesi’ derken neyi kast ettiniz?
Doğru ama Türkiye’nin Suriye’den kaynaklı kaygıları var. Bu ortadan kalkmış değil. İşte bir gün Ankara’nın kalbinde, savunma sanayisinin en korunaklı olması gereken merkezinde bir saldırı olabiliyor. Belki kırsalda mücadele edemiyor ama şehirlerde etkin olabiliyor. Türkiye’deki demokrasi güçlerine bu mücadeleyi verebilmeleri için bir fırsat verilmesi ve örgütün Türkiye’yi terk etmesi gerekir.
Bakın, ‘Bin yıl sürecek’ denilen 28 Şubat paradigması 17 yılda ters yüz oldu. Demek ki Türkiye’deki siyasi zemin, demokratik araçlarla bu mücadeleyi vermeye ve bu kazanımları elde etmeye müsait. Türkiye inanılmaz dinamik bir toplum.
ÇATIŞMA ÇÖZÜMLERİNDE REÇETE YOK AMA ECZANE VAR
Çatışma çözüm süreçlerine dair deneyimlerinizi, araştırmalarınızı dikkate alırsanız Türkiye için nasıl bir yöntemin uygun olacağını düşünüyorsunuz?
Çatışma çözümünde bir reçete yoktur ama bir eczane vardır. Hastanın yaşamı, hastalıkları, kalıtsal hikayeleri, bağışıklığı, alerjileri dikkate alınarak bir tedavi süreci işletilir. Her hastaya ayrı reçete yazılır.
BU TİP SÜREÇLER ÖDÜNLEŞME SÜREÇLERİDİR
Bu tip süreçler ödünleşme süreçleridir. Tarih bize göstermiştir ki hiçbir ulus devlet silahlı isyana boyun eğmemiştir. Ve yine tarih bize göstermiştir ki hiçbir ulus devlet silahlı bir isyanı kesin bir askeri zaferle sonuçlandıramamıştır.
Türkiye özelinde Bahçeli, Erdoğan ve Öcalan’da kuvvetli bir irade olduğunu düşünelim. Bu süreçte ilerlerken oluşacak toplumsal muhalefeti, devlet içinde sürece zarar vermek isteyebilecek odakları, Kandil dahil diğer taraftan gelebilecek itirazları, bölgesel dinamiklerin ve uluslararası güçlerin olası engelleme girişimlerini dikkate almak lazım. Bu yola girerken en kötü senaryoyu göğüsleyebilecek mental güce, en kötü senaryoyu tartışan bir rasyonaliteye ve gerekirse muhatabına rağmen süreci ayakta tutacak bir kararlılığa ihtiyaç var.
Henüz erken belki ama bu süreç ete kemiğe bürünürse nelere dikkat edilmesi gerekir?
Aslında bir sürecin hazırlığı, başlatılması yürütülmesi, tamamlanması ve uygulanması üzerine akademik ve tecrübi olarak hem ülkemizde hem dünyada çok büyük bir müktesebat gelişti. Süreçlere dair müzakere modelleri ve mimarisi, süreç yönetimi, çözümün olmazsa olmazları, risk ve tehditlerin analizi, bir ajandaya sahip olmak, teklif ve beklentilerin optimal olarak buluşması ve benzeri konuları konuşmak gerekir.
Çözüm Sürecini bitiren izleme heyeti talebi ve Suriye’deki gelişmelere bugün nasıl yaklaşılabileceği meselesi de gidişata etki edecek başlıklar. Okuyucu bu meselelerin konuşulmamış olmasının bir eksiklik olarak görebilir ama unutulmamalı ki, şu anda konuşmaya yeniden başlamanın gerekliliği üzerine yoğunlaşmak, süreç üzerinde stres ve gerilim yaratacak, uzlaşılması zor konuları zamanı geldiğinde konuşmak daha doğru olacaktır.
(Gazete Duvar – Ceren Bayar)
Yorumlar kapalı.