Hasankeyf, Ilısu, Veysel Eroğlu Barajı, adına ne derseniz deyin, yok edilen, yıkıp sulara gömülen bu tarih ve doğal güzellikler hafızamızdan asla silinmeyecek, yok olmayacaktır.
On iki bin yıllık geçmişe sahip Hasankeyf, zamana direnebildi ama Ilısu Barajı’na direnemedi.
1954 yılında gündeme gelen ve 4 Ağustos 2006 tarihinde temeli atılan Ilısu Barajı ve HES projesi tarihi Hasankeyf’i yuttu.
Ağustos 2019’da su tutulmaya başlanan barajın altı türbininden ilki 19 Mayıs 2020 tarihinde yapılan açılış töreniyle enerji üretimine başladı. Tarihi ve doğal güzellikleri ile medeniyetlerin başkenti olan Hasankeyf 50 yıllık baraja resmi bir şekilde ve resmi bir törenle de kurban edildi.
Beş büyük medeniyete beşiklik eden tarihi antik kent Hasankeyf bugün artık beton kent olarak yeni bir yerleşke. Büyük bir yıkım, talan ve tarihsel yok oluş yaşandı. Onlarca tarihi eser taşındı, seksen beş köy boşaltıldı, yüz binlerce dönümlük birinci derecede sulu tarım arazisi yok edildi. Yüz bine yakın insan yerinden yurdundan göç ettirilerek büyük metropollerin yozlaşma kültürünün en üst seviyede olduğu kenar semtlerine göç ettirildi.
Ilısu Barajı ile sular altında bırakılan Hasankeyf’te tarihi eserleri taşıma ve yıkım işlemleri rant kapısına dönüştürüldü. Projenin, yeniden yerleşim çalışmaları, sözde tarihi ve kültürel varlıkların korunması ile diğer inşaatlarla birlikte yaklaşık 20 milyar liraya mal olduğu söylenmekte. 12.000 yıllık geçmişe sahip tarihi Hasankeyf barajının 12 milyar TL’ye inşa edildiği söylendi. Baraj nedeni ile nedeniyle kimi tarihi eserlerin taşınması için şimdiye değin net olarak ne kadar harcandığı bilinmiyor.
Hasankeyf’teki 5 eserin taşıma maliyeti 170 milyon lira. Tam taşıma maliyetinin ne olduğunu bilinmiyor diyeceğiz ama sonuçlarını ekonomideki çöküşle ve her gün yapılan zamlar aslında ifade ediyor.
1.200 MW kurulu güçle, yıllık 4 milyar 120 milyon kilovatsaat hidroelektrik enerji üreterek, milli ekonomiye yıllık 3 milyar lira katkı sağlayacakmış.
Bu üretim miktarı, 6 milyon nüfuslu Ankara gibi bir şehrin yıllık enerji ihtiyacının karşılanması anlamına geldiğini ilgili bakanlık dile getiriyor.
Mili ekonomiye 6 milyar lira katkısı olan bu barajın yeni yerleşim yerinin tüm evsel atıklarının baraj gölünü ve Dicle nehrini kirletmemesi için yapılan arıtma tesisinin maliyetini karşılayamıyor ve yeni yerleşimin evsel atıkları direk arıtmasız bir şekilde Ilısu Baraj gölüne aktarılıyorsa bunun adı hırsızlıktır, talandır, bu proje sömürge projesidir.
Ardı ardına yapılan bunca baraj ve HES’lere rağmen enerjide yapılan zamları da anlamak mümkün değil.
Eserlerin taşındığı yer yeni Hasankeyf i neredeyse ziyaret eden yok. 12 bin yıllık tarih yok edildi, bir hafıza silindi. Mezopotamya bölgesinin ekosistemi ciddi bir şekilde etkilendi. İklim değişikliğinin sonuçlarına bir sonuç daha eklendi.
Daha önceki yazılarımda iklim değişikliği ilgili yazdığım yazılardan da alıntı yaparak bu konuya değinmek istiyorum. “Neoliberal politikaların dünyaya hâkim olmasıyla birlikte doğanın üzerindeki baskılar çeşitleniyor. Şirketlerin egemenliğinde ve siyasi ve politikanın şirketleri koruyup kollayan politikalarıyla gezegenimizin tüm yaşam kaynakları sermayenin emrine amade ediliyor. Suyumuz ekonomik metaya, toprağımız rant aracına ve havamız karbon ticaretinin nesnesine dönüştü. Küresel iklim değişikliği ise bu karanlık tabloyu daha da ürkütücü bir hale getirdi. Bir yanda suyu ve toprağı şirketler ve devletlerce gasp edilen kırsal kesim, kentiler, gelecek nesiller ve diğer canlılar. Öte yanda karlarını artırmak için yaşam hakkını yok etmekten kaçınmayan bir avuç sermayedar. Bu adaletsizlik karşısında tüm dünyada bir ekolojik hak mücadelesi veriliyor. Zira su ve toprak gaspı varsa, su ve toprak hakkını savunmanın zamanı çoktan gelmiştir. Dünyamızdaki hayatın sürdürülebilmesi için su ve toprak varlığını sürdürebilmelidir. Doğaya yapılan her türlü saldırı, yaşamın kendisine yapılmaktadır. Doğanın ve ona bağlı olan yaşamın sürdürülebilmesi için ekolojik hakların tanımlanması, tanınması ve güvence altına alınması gerekmektedir.
Ekolojik hakların inşası nihai bir sonuçtan çok uzun erimli bir mücadele sürecidir.
Bu süreçte ise Sivil Toplum Kuruluşlarına (STK) önemli görevler düşmektedir.
STK’lar gerek merkezi, gerekse yerel yönetimleri ekolojik hakların tanımlanması, tanınması ve güvence altına alınması aşamalarında öncü ve zorlayıcı rol oynamalıdır. Zira ekolojik haklar salt uzman ve yetkililere bırakılmayacak kadar karmaşık, birbiriyle ilintili ve demokrasinin olmazsa olmazıdır”
Mezopotamya da yakılmadık, kesilmedik orman, betonlara hapsedilmedik akarsu, yakılmadık, delik deşik edilmek dağ bırakmayan zihniyetin tahrip etmediği kültürel ve tarihsel miras kalmadı.
Tarihi ve doğal güzellikleri ile Mezopotamya’nın başkenti Hasankeyf yok oldu, başka Hasankeyf’ler yok olmasın…
Yorumlar kapalı.